KONULAR
Güçlü kadınlar anlatıyor: “Kimliğin içinde kaybolmak zorunda değilsiniz”
Türkiye’de ve dünyada küreselleşmenin de etkisiyle giderek iklim çalışmaları, kadın hakları, farklı bireylerin hakları ve benzeri konularda bilinçlenme hız kazanıyor. Fakat bu konuda hangi adımlar atılıyor? Sadece 8 Mart’ta hatırlanan, yılın kalanında epey yol almamız gereken konuların başını, kadının temsili ve kadın hakları çekiyor. Kamuoyunda kadın kimliğine “ekonomik ve sosyal yaşamdan uzak” imajı yapıştırılıyor. Bu sebeple güçlü kadınların medyada görünürlüklerinin artması önem taşıyor.
Californiya Üniversitesi San Diego Moores Kanser Merkezi'nde doktora sonrası araştırma görevlisi Duygu Özmadenci, Californiya Üniversitesi’nde kalp hastalıkları için elektriksel uyarım üzerine çalışan Nil Gürel ile Californiya Üniversitesi Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mihri Özkan, Ajans Bizim'in sorularını yanıtladı.
Üç başarılı kadın da çok çalıştığını söylerken Nil Gürel verdiği tavsiyede “Size hak görülen veya yakıştırılan kimlik size uymuyorsa veya sizi mutlu etmiyorsa, bu kimliğin içinde kaybolmak zorunda değilsiniz. Her insan dünyaya eşit haklarla, özgür olarak gelir” dedi. Duygu Özmadenci çalışkanlığa vurgu yaparken, Mihri Özkan kendine güvenin önemini belirtti.
Üç başarılı kadına yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
-Mesleğinizi seçme süreciniz anlatabilir misiniz? Bu alana yönelmenizde ne etkili oldu?
Duygu Özmadenci: Hikmet Birand’ın ‘Alıç Ağacı ile Sohbetler’ kitabını okuduğumda, sanırım 15 yaşındaydım. Bu kitap çok hoşuma gitmişti ve botanik bilimine karşı hayranlık duymamı sağlamıştı. Ayrıca akademisyenlik lise döneminden beri hayallerimdeydi. Fransa’da master ve doktora yaptığım laboratuvarlarda çok iyi vakit geçirdim. Hem çok şey öğrendim hem de çok iyi arkadaşlarım oldu. Araştırmacı meslektaşlarımın şirketler kurup başarılı olduğuna şahit oldum. Yaşadığım tüm deneyimler sayesinde, araştırmacı ve bilim insani olmaya karar verdim.
“Kimliğimi kaybetmeden kendimi ispat etmek için çok çalıştım”
Nil Gürel: Benim meslek seçimimde küçükken teknolojiye olan ilgim çok etkili oldu, annem de buna farkında olmadan destek verdi sanırım. Annem, çok disiplinli bir anne-baba tarafından büyütülmüş, radyo ve televizyon kullanımını kısıtlarmış. Hala bir elektronik aleti kullanması gerektiğinde gerildiğini hissediyorum. Beni o şekilde büyütmek istemedi, çok özgürdüm. Pilsiz, fonksiyonsuz oyuncak sevmezdim. Bana verilen oyuncakları kırıp dökmekten hiç çekinmezdim, parçalarına ayırıp incelerdim. Babam bana düzenli olarak TÜBİTAK Bilim Çocuk dergisi alırdı, bazen beraber bilim fuarlarına giderdik ve evde deney yapardık. Küçük yaşta kitaplardan ve internetten kod yazmayı öğrenmeye başladım. 11-12 yaşlarında HTML bazlı, komik bir internet sitem vardı. Bu aktiviteler bilimden ve araştırmadan korkmamamı, hatta eğlence olarak görmemi sağladı. Şimdi düşününce o yaşlarda bu kadar özgür bırakılmasaydım nasıl erkek egemen bir alan seçebilirdim bilmiyorum, ailemin bilinçli olarak bunu yaptığını da sanmıyorum çünkü açıkçası ikisi de mühendislik okumamı istemedi. Sorun “yapamazsın” değildi, “uyum sağlamak için erkeklerden çok daha fazla çalışman gerekir” idi. Koruma iç güdüsü... Ben bunlara kulağımı tıkadım. Haklılardı... Kimliğimi kaybetmeden kendimi ispat etmek için çok çalıştım. Üniversite sınavından sonra, mühendislik okumamam için ailem konuşmaya çalıştılar, evde yüz yüze gelmemek için bir call center’da gece mesaisinde çalışmaya başladım.
Ben ileride yapabileceklerimi düşünerek ve Türkiye’de aşmam gereken çok bariyer olduğu için çok ders çalıştım. Sonuç olarak ilgi alanlarım, yapabileceğime inandığım şeyler ve dünyada mevcut olan iş seçenekleri doğrultusunda bir bölüm seçtim. Okuduğunuz bölüm, yaşamınızın geri kalanında ne yapacağınızı belirlemiyor, ben iyi bir temel oluşturarak ilgilendiğim işleri bulmaya çalıştım, hala da çalışıyorum.
Mihri Özkan: Küçük yaşlardan beri ilim ve teknolojiye ilgi duymuşumdur. Bu nedenle üniversite seçmelerinde hep mühendislik yazmıştım. Amerika’daki yüksek lisans eğitimlerim sırasında akademisyen olarak devam etmeye karar verdim. Bunun bir sebebi de Amerika’daki
yüksek lisans eğitimim sırasında hep sınıfımda tek kadın öğrenci olmamdır. Amerika’da akademisyenlik zorlu bir süreç ve kolay olmayan bir yaşam tarzı ama artık kadınların mühendislik alanında seslerini duyurabilmeleri ve erkek akademisyen arkadaşları kadar ya da daha da başarılı olabileceklerini göstermesi gerektiğini, bu nedenle kadın mühendis akademisyenlerin sayılarının artması gerektiğini düşündüğüm için bu konuda oldukça kararlı bir şekilde akademiye adım attım.
-Başarılı olmak için neler yaptınız?
“Onlar gibi olmak için kolları sıvadım”
Duygu Özmadenci: Bunun anahtarı sevdiğim mesleği seçmemdi diyebilirim. Bir de ülke değiştirmek çok şey öğretiyor tabii. Hem zor hem güzel. Başka bir dile ve o kültüre, oranın insanlarına uyum sağlamak çok kolay değil, hatta bazen acı verici ama insanı zenginleştiriyor. Fransa’da gece yarılarına kadar çalışan bilim insanlarıyla tanıştım. Onlara ve bildiklerine çok imrenmiştim ve onlar gibi olmak için kolları sıvadım. Amaç öğrenmek, yeni deneyler tasarlamaktı. Yeni sonuçlar, kimsenin henüz keşfetmediği mekanizmaları öğrenmek ve keşfetmek çok çok heyecan verici ve motive ediciydi. Doktora çalışmalarımda kök hücreler ve hücre sinyalleşme yolları üzerinde uzmanlaştım. Doktora bitiminde tekrar ülke değiştirdim ve bunun yeniliklerin kapısını aralamamı sağladığını ve başarı şansımı daha da arttırdığını düşünüyorum. Doktora sonrası çalışmalarımı gerçekleştirmek için Kaliforniya San Diego Üniversitesi Moores Kanser Merkezinde yumurtalık kanseri üzerine çalışmalar gerçekleştirmekteyim. Burada kanser modelleri, kanser kök hücreleri ve onları hedef alıp bağışıklık sitemini harekete geçiren moleküllerle ilgili çalışmalar yürütüyorum. Doktora ve sonrasında birçok burs aldım, çalışmalarımı uluslararası kongrelerde sunma şansını yakaladım. Şu an OCRA vakfının sağladığı çalışmalarımı yürütmek amaçlı finansman desteğim ve bunun yanı sıra UCSD ve NIH (Amerika’nın sağlık bakanlığına denk gelen kurum) destekli 2 yıllık bir bursum bulunmakta. Her yıl sınırlı sayıda kişiye verilen bu burs iki yıl boyunca maaşımı karşılıyor ve klinik araştırmalar üzerine uzmanlaşma imkânı sunuyor.
''Bu tuzağa düşmemek lazım''
Nil Gürel: Ben kendimi bildim bileli çok çalıştım, ama henüz kendimi başarılı görmüyorum, yapmak istediğim çok şey var. Ayrıca benzer alanlardaki insanlara soru sormaktan hiç çekinmedim. Bir şey yapmak istediğim zaman olabildiğince çok insandan bildirim almaya çalışıyorum, çünkü herkesin deneyimleri ve bakış açıları farklı oluyor. Bir yandan da, işe yaradığınızı göstermeden sizi ciddiye alıp sorularınıza cevap verecek pek insan bulamayabiliyorsunuz. Pozitif geri besleme durumu.
Sanırım başarılı olarak görünmemde erkek egemen alanda çalıştığım için verdiğim ekstra emek etkili oldu, kendimi kabul ettirmek için bilinçsizce ekstra emek verdiğimi fark ettim. Farkında olmadan -derslerim/notlarım çok iyi olmasına rağmen – kendimi okuduğum alana ait hissedemedim, bu da daha çok çalışmama yardımcı oldu. Sizi değerlendiren insanlar bunu kabul etmese de giydiğiniz etekten sürdüğünüz ojeye kadar hem okulda hem işte farklısınız, ve bu aslında güzel bir durum. Bu farklılık, negatif olarak algılanabiliyor. İnsanlar farklılıkları için değer görecek ve çalıştıkları alanı zenginleştirecekleri yerde tektipleştirmeye ve cinsiyetsizleştirmeye çalışıyor. Bu tuzağa düşmemek gerek.
Mihri Özkan: Çalıştım, çalıştım, çalıştım. Kadın ya da erkek çalışmadığı sürece arzu ettikleri başarıları elde edemezler, etseler de kalıcı olmayabilir. Gerek öğrenci olarak gerekse profesör olarak yapabileceğimin en iyisini yapmayı kendime hedef edinmişimdir. Yani amaç bir önceki yaptığımı daha da iyi yapabilmek. Bu sizin her zaman daha da ileriye gitmenize imkan yaratır.
-Sizin gibi olmak isteyen birçok insan var. Onlara ne önerirsiniz?
Duygu Özmadenci: Çalışmak başarmanın en önemli unsuru diyebilirim. Mütevazı, çalışkan ve kendine güvenli olan bireylerin başarı şansının yüksek olduğunu düşünüyorum. Ayrıca mümkünse erken yaşlarda yabancı dil öğrenmek, araştırmacı olmak isteyen gençler için çok önemli.
Nil Gürel: Ben henüz yolun başındayım, kendinize inanmaktan vazgeçmeyin diyebilirim. Başkalarının fikirlerini dinleyin, ama içinizdeki sesi de dinleyin. Size inanan insanları bulup etrafınızı onlarla sarmaya çalışın. Bu tür bir çevre seksist bir yönetici veya yorumla karşılaştığınızda gülüp geçebilmenize kolaylık sağlıyor. Bir şey yapamayacağınızı düşünerek ve buna inanıp yapmayarak pişmanlık biriktirmeyin, hayat çok kısa. Ben daha çok kadınlara yönelik konuşmak istiyorum. Size hak görülen veya yakıştırılan kimlik size uymuyorsa veya sizi mutlu etmiyorsa, bu kimliğin içinde kaybolmak zorunda değilsiniz. Her insan dünyaya eşit haklarla, özgür olarak gelir. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıklar, toplumda farklılıktan çok eşitsizlik olarak görülüyor. Bu sadece Türkiye’de değil, Amerika’da da böyle. Bu eşitsizlik, kadının yüzyıllardır erkeklerle aynı ortamda yaşayıp insan haklarından ve kamusal alanlardan eşit sekilde yararlanamamasına neden oldu ve olmaya da devam ediyor. Bu toplumsal cinsiyetçilik, ekonomik olarak aciz olmayı ve bir erkeğin gücüne sığınmayı mutlu evlilik masallarıyla ve toplumsal baskıyla matahlaştırabiliyor. Bir kadın, kendisine layık görülen kimliklerden çok daha fazlası olabilir. Atatürk’ün Türk kadınına verdiği değer sayesinde aslında dünyada şanslı bir tarihi azınlıktayız. Kendimize inanırsak yapamayacağımız şey yok.
Mihri Özkan: Öncelikle kendinize daima güvenin. Elinizde kontrolü olmayan şeylere takılıp onları kendinize engel olarak kurmayın. Kontrolü elinizde olan şeyler; azim, sabır, çalışmak, odaklanmak, yapabileceğinizin en iyisini yapmak (mutfakta pişirirken de, temizlik yaparken de, ders çalışırken de, ders verirken de, ….vb) bunu severek ve özveri ile yapmak, her şeyin “short-cut”ını (kestirmesini) seçmemek, yaptığınızla gurur duymak, taş üstüne taş koymak, başkalarına ilham olmak. Haydi göreyim sizleri.