KONULAR
Sonsuza kadar BİZİMLE
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 85 yıl önce 10 Kasım 1938'de, saat dokuzu beş geçe, Dolmabahçe Sarayı'nda, “Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşamak” üzere aramızdan ayrıldı.
Atatürk, küçüklüğünden beri birçok rahatsızlıkla mücadele etmişti. Kardeşleri Ahmet ve Ömer’in hayatlarını kaybettiği difteri-kuşpalazına o da yakalanmış, ancak hastalıktan kurtulmayı başarmıştı. 1896’da girdiği Manastır Askerî İdadisi’nde yakalandığı sıtma rahatsızlığı ile yaşamı boyunca mücadele edecekti. Cumhuriyet’in ilanından 15 gün sonra Kasım 1923’te ve “Nutuk” üzerinde çalışırken Mayıs 1927’de kalp krizi geçirmişti. Bunlar Atatürk’ün geçirdiği başlıca rahatsızlıklardı, ancak onun aramızdan ayrılmasına yol açan karaciğer rahatsızlığı teşhisi Dr. Nihat Reşat Belger tarafından 22 Ocak 1938’de konulmuştu. Atatürk iki hafta sonra da zatürree tedavisi görecekti.
Atatürk'ün sağlığına ilişkin Riyaseticumhur Umumi Kâtipliğinden (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği) yapılan ilk resmî tebliğler, 17 Ekim 1938 günü yayımlandı. Atatürk'ün sağlığına ilişkin resmî tebliğlerin yayımlanmasına 22 Ekim 1938’e kadar ara verilmişti. Bu sıralar, İstanbulluların gözü Dolmabahçe Sarayı’ndaydı. Gazi'nin durumunun ağırlaşması üzerine, 8 Kasım 1938'de bir tebliğ daha yayımlandı. Bir umutsuzluğun hâkim olduğu bu tebliğde, Atatürk'ün sağlık durumunun yeniden ciddileştiği kaydediliyordu. 9 Kasım günü Atatürk'ün sağlığıyla ilgili üç resmî tebliğ yayımlanıyordu. Saat 24.00'de yayımlanan tebliğde, “Saat 20.00'den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vahamete doğru seyir etmektedir” deniliyordu.
Atatürk'ün vefat ettiğine ilişkin, doktorları tarafından verilen rapor ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin” resmî tebliğinde; “Atatürk’ün müdavi ve müşavir tabipleri tarafından verilen rapor suretidir: Reisicumhur Atatürk’ün umumi hallerindeki vehamet, dün gece saat 24 te neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün, 10 ikinciteşrin 1938 perşembe sabahı saat 9,5 geçe, Büyük Şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir.” deniliyor ve “Ebedi Türk Milleti, onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği, onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyeti'ni daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir. Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır.” diye sona eriyordu.
Büyük Millet Meclisi, İsmet İnönü’yü Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı olarak seçer; Celal Bayar da yeni hükümeti kurmakla görevlendirilir.
Tahnit ediliyor
Atatürk’ün vefatı sonrasında Dr. Mehmet Kâmil Berk, Atatürk'ün çenesini ipek bir mendille bağlar, sargı beziyle ayak parmaklarını birleştirir ve cenaze merasiminin hazırlıklarına girişilir. Atatürk'ün kabrinin nerede olacağı konusunda henüz bir karar yoktur ve cenazenin bozulmadan korunabilmesi amacıyla Ankara’dan patoloji uzmanı Prof. Dr. Lütfi Aksu acilen İstanbul'a gönderilir. Prof. Dr. Aksu tarafından tahnit edilen cenaze, özel bir tabuta yerleştirilir. Atatürk’ün naaşı, 16 Kasım 1938’de Türk bayrağının örttüğü bir katafalk üzerinde Dolmabahçe Sarayı’nın büyük tören (muayede) salonunda katafalka konulur ve Türk milleti genç, yaşlı Atatürk’e son görevini yapmak için Dolmabahçe’ye âdeta akın eder.
Cenaze namazı Dolmabahçe’de
Atatürk’ün naaşının Ankara'ya nakledilmesi yaklaştığında, cenaze namazı henüz kılınmamıştı. Kız kardeşi Makbule Atadan, namazın İstanbul'da kılınmasını ve naaşın, dinî tören yapıldıktan sonra Ankara’ya nakledilmesini istiyordu. Atatürk’ün cenaze namazı, nakil töreninin başlamasından hemen önce, 19 Kasım 1938 sabahı saat sekizi on geçe İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılır. Namaz Türkçe “Tanrı uludur” sözleriyle başlar ve selamlar da Türkçe olarak “Esenlik üzerinize olsun” diye verilir.
Generallerin taşıdığı naaş, top arabasına yerleştirilir. Cenaze Alayı yola çıkmaya hazırdır. Halk, sonsuz bir üzüntü içindedir. Dolmabahçe Sarayı’nda, katafalkın önünden vatandaşlar gözyaşları içinde saygıyla geçerler. Ayrılık zamanı geldiğinde ise 19 Kasım sabahı “daha gün ağarmadan bütün şehir ayakta”dır ve “evinden fırlayan sahile ve Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar inen yollara koşuşur.”
Bu duygu seliyle top arabasıyla getirildiği Sarayburnu rıhtımından “Yavuz” zırhlısına konulan Atatürk’ün naaşı, İzmit’e ulaşır; buradan da özel trenle Ankara’ya yola çıkarılır. Tren geçtiği her istasyonda yavaşlar; hıçkırıklar, ağıtlar, âdeta vagonlara takılıp Ankara’ya kadar ulaşır. 21 Kasım günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki törenden sonra Atatürk’ün naaşı, on binlerin akın akın katıldığı törenle “muvakkat kabri” Etnografya Müzesi’ndeki mermer bir lahde alınır.
“Burası mezara benzemiş”
Atatürk, 1925 yılında yapılmasını istediği Etnografya Müzesi’nin tamamlanma aşamasında yaptığı bir inceleme sırasında, yanındakilere, “Burası mezara benzemiş” der. Atatürk’ün naaşının, geçici kabri olan Etnografya Müzesi’nden alınıp Anıtkabir’e getirildiği 10 Kasım 1953 günü düzenlenen görkemli törende gözler yaşlıdır; 10 Kasım 1938 sabahının matemi yeniden yaşanır âdeta.
Atatürk’ün naaşının, bu mezara benzettiği yerden, onun ölümsüz kişiliğine yakışır bir anıtmezara taşınması için aradan 15 yıl geçecektir. Oysa ebediyete intikalinden yaklaşık bir ay sonra, böyle bir anıtmezar yaptırılması konusunda 16 Aralık 1938’de Başbakanlık Müsteşarı başkanlığında, içişleri, millî eğitim, bayındırlık bakanlıkları ile Genelkurmay temsilcilerinin katılımıyla özel bir komisyon kurulur. TBMM’de kurulan 17 kişilik ayrı bir komisyon da Anıtkabir’in Ankara’nın her tarafına geniş bir görüş açısıyla hâkim olan Rasattepe’de yapılmasına karar verir ve bu amaçla söz konusu yer, 7 Temmuz 1939’da kamulaştırılır.
Anıtkabir’e yolculuk
Anıtkabir projesinin belirlenmesi için 1 Mart 1941’de açılan uluslararası yarışmaya, Türkiye’den 20, Almanya’dan 11, İtalya’dan 7 ve Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan 49 proje gönderilir. Aralarında ünlü Alman mimar Prof. Paul Bonatz’ın da bulunduğu uluslararası jüri, eserleri 23 Mart 1942 tarihinde yaptığı toplantıda değerlendirir. Jüri, Ordinaryüs Profesör Emin Onat ile Yüksek Mimar Doçent Orhan Arda’nın ortak projesinin uygulanmasına karar verir. Anıtkabir’in temeli, 9 Ekim 1944 tarihinde görkemli bir törenle atılır. 9 yıl süren inşaat, dört aşamada 1 Eylül 1953’te tamamlanır.
1953 yılının 10 Kasım gününe gelindiğinde, mezara benzemeyen, insancıl bir görüntünün hâkim olduğu Anıtkabir’e doğru yolculuk başlar. Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrinden çıkarılarak bir süre katafalka konulan Atatürk’ün naaşı, 18 no.lu top arabasını çeken Harp Okulu öğrencileri tarafından Anıtkabir’e götürülürken binlerce insan gözyaşlarını tutamaz. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Atatürk’ün başucunda ağlayarak onun hüviyet ve meziyetlerini bir kere daha belirten bir konuşma yapar. Büyük bir intizam ve vakar içinde geçen tören dört buçuk saat sürer. İlk gün Anıtkabir’i 70 bin kişi ziyaret eder.
“Ata öksüzü...”
Bu tören, Ankara Radyosu tarafından canlı yayında aktarılır. Dönemin şairleri, tiyatro sanatçıları, matemli, ama içten gelen ses tonuyla; törenin görkemini, radyoları başındaki vatandaşlara anlatırlar. Ziya Osman Saba’nın “O’nsuz” adlı şiirini okuyan kadın tiyatro sanatçısının yürekleri dağlayan bir ses tonuyla söylediği şu dizeler, belki o günü en iyi yansıtır: “...Nasıl yok bileceğiz O güzel güneş yüzü? Ana, baba değil bu, bizler Ata öksüzü... Tatmadık, bilmiyoruz bu bambaşka yarayı, Öğret bize Yarabbim ah O’nsuz yaşamayı!”
Müzesinde onunla olmak
Anıtkabir’de Atatürk’ün mozolesinin bulunduğu Şeref Salonu’nun altında, 3 bin metrekarelik sütunlu alanda oluşturulan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi, ziyaretçilerine onunla olmayı yaşatıyor. Ve düzenleniş biçimiyle, size içinize sindire sindire kendisini gezdirme olanağı sunan müzeden çıktığınızda; hiç de “Ata öksüzü” olmadığınızı düşünüyorsunuz; çünkü o içinizde...
2 Kasım 2001’de başlatılan çalışmayla 9 ayda tamamlanan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne, Anıt bloğun sağında yer alan Misakı Millî Kulesi kapısından giriliyor. İnkılap Kulesi’ne kadar süren bu bölüm, ilk olarak 21 Haziran 1960 tarihinde, Atatürk Müzesi olarak açılıyor. Atatürk’ün özel eşyası ve kendisine yabancı devlet adamları tarafından armağan edilen eşyanın sergilendiği bu bölüm, ileri sergileme teknikleri kullanılarak, yeni oluşturulan bölümlerle birleştirilmiş. Bu ilk bölümün girişinde sizi, 1920 yılında Ankara’ya geldikten sonra boydan çekilmiş, güleryüzlü bir fotoğrafıyla Mustafa Kemal Paşa karşılıyor. İkinci bölümde Çanakkale Savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz panoramaları dikkatleri çekiyor.
Cumhurbaşkanları defnedilecekti
Üçüncü bölüm, 18 tonozda yer alan tematik sergi alanlarından oluşuyor. Mozolenin bulunduğu Şeref Salonu’nu ayakta tutan sütunlu salon ile Anıtkabir’in temel duvarları arasında kalan koridorda yer alan bu tonoz odacıklar, aslında Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlarından vefat edenlerin defnedilmesi amacıyla inşa edilmiş. Ancak kullanılmayınca, Tonoz Müzeler olarak düzenlenmiş. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimlerine ilişkin 3 bin kadar fotoğraf ve bunların açıklamalarına yer verilen vitrinler ile değerli sanatçılar tarafından hazırlanan rölyefler de Tonoz Müzelerin görselliğini güçlendiriyor. Galeri boyunca Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük hizmetleri görülen Kara Fatma’dan Şahin Bey’e kadar asker-sivil 20 kahramanın büstü ve öz geçmişleri de yer alıyor. Her tonozda bir devrimin anlatıldığı koridordan çıkıp Müze’den ayrıldığınızda; bu devrimlerin kimin manevi koruması altında olduğu da çok iyi görülüyor.