'Celladından helallik isteyen mahkûm'
Celladından helallik isteyen mahkûm, hâkim karşısında oynayarak kazanılan tahliye ve diğerleri... Bir 12 Eylülzede'nin anılarında yer alıyor.
Murat Yalçın, "Başbuğ'un Sadık Bozkurtları" kitabında yaşadıklarını, yitip giden umutlarını, dostluklarını, yüreğinde sakladıklarını anlatıyor.
Aklına, celladından helallik isteyen idam mahkûmu arkadaşlarının hikayesini kazıdı, bahsederken son isteklerini gözleri dolarak anlattı. MHP Kurucu Genel Başkanı Alparslan Türkeş'ten bahsederken gözleri parlayan Yalçın, kendi tahliyesini mahkeme salonundaki hâkimin önünde oynayarak elde etmiş.
Yalçın, geçmişte yattığı şimdi ise yıkılan Buca Cezaevi arazisinin küçük bir bölümüne müze yapılması gerektiğini söyledi.
Yalçın, Yeni İzmir Gazetesi'nden Sıla Arabacıoğlu'na konuştu:
Soru: Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Murat Yalçın kimdir?
1957 Siirt doğumluyum. Nüfusum İzmir'in Çeşme Çiftlik Köyü'nde. Genlerime kadar soruyorsanız annem Kafkaslar'dan, babam da Balkanlar'dan geldi. Baba tarafım zaman zaman Boşnakça, anne tarafım da Gürcüce konuşurdu. Ama ben bir Türk milliyetçisiyim ve Türkçüyüm. Annemin ve babamın hangi dili konuştuğu ve bildiği önemli değil. İlköğrenim Mustafa Necati Bey İlkokulu'nda, ortaöğrenimi Dokuz Eylül Ortaokulu'nda tamamladım. Sonra hiç istemediğim halde Edirne Erkek Öğretmen Okulu'nu kazanmışım. Ailem beni buraya paraşütle attı adeta. O devrin eğitimcilerinden Allah razı olsun, ben bu ülkenin ekmeğini yedim. Çok büyük borcum var. 1975 yılında buradan mezun oldum. Erzurum'da bir köye gittim. Devletin yeni öğretmenleri doğuya göndermesi çok yanlıştı, biz 18 yaşında yemek yapmayı bile bilmeyen delikanlılardık. Sosyal olarak köyüm Alevi ve Kürt köyüydü. O dönemde solculuk ve komünizm çok yaygındı. Gençler moda için 'solcuyum ve komünistim' diyordu. Dört ay öğretmenlik yaptıktan sonra müstafi oldum.
'Aynı okulu üç kez bitirdim'
Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni kazandım. Arkadaşımdan bana bir mektup geldi, 'Sarı, Adana'da ülkücü olmak kolay. Yüreğin varsa İzmir'de ülkücü ol' dedi. Sonra üniversite ile ilişkimi kesip İzmir'e yeniden geldim. Buca Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler Bölümü'nden 1980 yılında mezun oldum. Üç defa üst üste aynı okulu bitirdim. Nasıl bitirdim? Bizim diplomalarımızı iptal ettiler. Sonra hak kazandık yeniden bitirdim, sonra bir dersten bıraktılar yine iptal edildi.
Daha sonra askerlik geldi. Askerliğimi asteğmen olarak yapmam gerekirken sakıncalı personel çekildiğim için onbaşı bile yapmadılar. Durumu bilen bir yüzbaşı 'Sarı, git okulu bir daha bitir' dedi. Komutanımı dinledim. Okula yeniden gittim, bitirdim. Sonrasında mı? Bana görev vermemeye başladılar, görev alacağım bir iş bile bulsam el atından yazı yolluyorlar '12 Eylülcüler' diyerek işe alınmamam gerektiğini söylüyorlar. Ben de 'Madem işe alınmayacağım, bir daha üniversite okuyayım' dedim. Sınava yeniden girdim. Herkes benden tıp bekliyor, ilk defa ders çalışmıştım. Ama sınava 20 gün kala bir kanun çıktı, ben ona 'Murat Yalçın Kanunu' diyorum. Kanunun içeriği 'Daha önce okulu bitirip yeniden imtihana girenlerden yüzde 30 puan kesilecek.' Benim puanım kesildi. Ona rağmen İzmir'de İlahiyat Fakültesi'ni kazandım. Bu benim için iyi bir şeydi. Arapça öğrenirim en azından diyerek gittim.
'Türkeş'in verdiği görev'
Biz cezaevinden çıktıktan üç sene sonra Başbuğum Alparslan Türkeş de tahliye oldu. Başbuğum ile uzun bir zaman İzmir'de Gümüldür'de muhabbet etme imkânım oldu. O dönem gücü elinde tutanlar Alparslan Türkeş'in şahsiyetini ve gururunu kırabilmek için istediği halde koruma vermiyorlardı. Biz de gençler olarak Başbuğumuzun etrafında konaklayarak orayı emniyete alıyorduk. Ben bu dönemde hala İlahiyat Fakültesi'nde okuyorum. Bizim avantajımız da Alparslan Türkeş gibi müthiş bir liderden bilgi ve beceri kazanıyorduk. O dönem İzmir'de MİT destekli Alparslan Türkeş'siz bir MHP oluşturmak istediler. Bu oyunu biz gördük ve bozduk. O oyunu bozunca devletin güçleri artık açıktan düşmanlık yaptı. Kızgın mıyım, değilim. Biz Başbuğumuza sadık kaldık.
Sonra 'Avrupa'da hareketimiz var seni Avrupa'ya yollamak isterim' dedi. Böylece, Avrupa maceram başladı. O dönem 6 ay boyunca Avrupa’ya gitmek için pasaportumu alamadım. 11 olaydan da beraat ettiğime dair onayı aldıktan sonra Avrupa'ya gittim. Alparslan Türkeş'in eliyle oluşturduğu Türk Federasyonu'nu elinden alıp günümüzde iktidar olan dönemin ANAP'ına teslim etmek istiyorlar. Ben bunu engellemek için elimden geleni yaptım. Üç ay sonra Alparslan Türkeş'ten bir telefon geldi. Telefon açarken elime aldım, ayağa kalktım. Bana 'Evladım, senin kadar şikâyet edilen hiçbir yönetici ben bir yere atamadım. Ama sen gittin gideli yüzüm gülüyor' dedi. O dönem koskoca bir Türk Federasyonu var. Alparslan Türkeş'ten o telefonu alınca, 'Benim misyonum buraya kadardı' dedim.
O dönemde beraat etmiştim ama mahkemelere katılmadığım için aranmam çıkmıştı. Bir karar vermem gerekiyordu ya Türkiye'ye geri dönecektim ya da kalacaktım. Ben kalmayı tercih ettim, korktum. Çünkü, yattığım Buca Cezaevi gerek Şirinyer Cezaevi gerekse Mamak Cezaevi bende büyük travma bıraktı.
Soru: Kaç yaşında cezaevine girdiniz? En çok yer eden anınız ne?
İlk 18 yaşında, sonra 20 sonra ise 21 son olarak da 23. Ama hiç ceza almadım, veremediler. Önce Şirinyer Askeri Cezaevi... Ben güreşçiyim aynı zamanda, benim güreşlerimi seyretmeye gelen bir astsubay abimiz de orada haftanın belirli günlerinde nöbetçi amiri. Kendisi solcudur ama beni çok sever. Beni cezaevinin en güzel koğuşuna verdi, 8 arkadaşız. Asker değiliz ama subay koğuşu olduğu için diğer mahkumlar 20 günde bir yıkanırken biz her gün yıkanıyorduk. O sırada birdenbire pencereden baktığımızda bağrış çağrış duyduk. Adı Yıldırım, iki kişi tartaklanarak hücreye atılıyor. Biraz kulak verdim, adam bağırıyor 'Adaletin kefesine kan damlattınız' diyor.
İdam almış, isyan ediyor. Biraz daha dinledim ve anladım ki aynı konuda üç dört yerde başka insanların mahkemesi olduğu halde adama Turgutlu'daki bir olayı kitlemişler ve idam almış. Ben hazmedemedim. Askeri cezaevinde isyan başlattım, belki de yapmamam gerekirdi. Sonra beni intikam olsun diye Buca Cezaevi'ne sürgün ettiler. Daha önce oraya girmiş çıkmıştım ama eskiden abimiz olan gardiyanlar Azrail kesilmişti. Her lafın arkasından küfür, aşağılama...
Koğuşta şişle saldırı
Bizi 7 sübyan ülkücü arkadaşımızla öyle iki koğuşun arasına koydular ki herkesle aramız kötü. Bizi iki üç kere ararken, karşımızdakilerin şişi, bıçağı vardı. Sonra onlardan birisi yanımıza geldi 'Eğer gösterdiğimiz yatakta yatarsanız, aşağıdaki bahçede yürüyüş için çıkmazsanız, daima biz yemek yedikten sonra gelip yerseniz, tuvalete giderken de izin alırsanız hayatınızı bağışlarız' dediler. Ben de kendilerine 'Benim cevabım belli ama arkadaşlarıma danışacağım’ dedim. Ülkücü olmayan bir çocuk bizle olduğunu söyledi, şaşırdım. Cafer diye bir arkadaşım 'Ben zaten idamlığım ha burada ölmüşüm ha ipte ölmüşüm' dedi. Turan isimli bir arkadaşım, idamdan yargılanıyor o da ‘Bırak burada öldürsünler’ dedi. En irimiz, dalyan gibi. O ‘Madem canımızı bağışlayacaklar, yataktan çıkmayalım’ dedi. O aramızdan ayrıldı, biz kalanlarla aşağı indik yasak diye. Sonra birden kavga gürültü. Gözümü kapattım, kendimi savunmaya çalıştım. Sonra çıktım sandalyeye, kendimce racon kesiyorum güya. Sonra Çingen dediğimiz zararı olmayan bir kitle var, geldi bana ‘soyun’ dedi. ‘Herkes sana şiş vurdu, kaç yaran var ona bakacaklar’ dedi. Hiçbir şeyim yoktu. Sonra benim aklıma geldi, şiş yarası acıtmaz. Osman diye bir arkadaşımızı kontrol ettik, onun şiş yarası vardı. Hastaneye götürdüler.
Mahkemede sevinçten oynadı, tahliye oldu
Ben bir de adaletten örnek vermek istiyorum. Hepimiz savunmalarımızı hazırlamışız, 19 ay sonra ilk mahkeme ve benim salınma ihtimalim var. Avukatımız tahliye isteklerini okuyor, benim ismim yok. Üzüldüm ve ilk defa kendimi yalnız hissettim. Elimi kaldırdım, hâkim ‘Ne istiyorsun?’ dedi. Tabi ‘hâkim’ diyemiyoruz hepsi asker. ‘Komutanım, avukatlar ufak tefek hatalar yapabilir, 580 kişilik bir dava. Benim ismim okunmadı, Murat Yalçın ben. Kendi tahliyemi istiyorum’ dedim. İşaret etti, özel dosyam geldi. Yarım saat inceledi ‘Utanmıyor musun tahliye istemeye? 12 tane silahlı dosyan var' dedi. Ben de kaldırdım ellerimi oynamaya başladım. Şuna bak neler söylüyorum, oynuyor’ dedi. Ben de ‘Mutluyum da oynuyorum efendim. Benim dosyamı siz bugün de dahil olmak üzere hiç okumamışsınız. İlk okuduğunuz zaman beni salacağınızı hissettim ondan mutluyum’ dedim.
Hâkim sonra bir daha işaret verdi, tekrar inceledi ama mimiklerin aldığım şey hakikaten bu sefer okuduğuydu. Sonra dosyayı kapattı, her şeyi saydı sonra gülmeye başladı. ‘Parantez aç, Murat Yalçın'ın tahliyesine karar verildi’ dedi. Sonra aradan geçti 40 sene, derneğinin açılışında içeride oturacak yer yok. İçeriye temiz yüzlü kalın bıyıklı, kasket takılı bir adam girdi. Bana elini uzattı ‘Ayşe’den doğma Halit’ten doğma Siirt doğumlu Çeşme Çiftlik nüfusuna kayıtlı Murat Yalçın' dedi. Ben de şaşırdım ‘Tanışıyor muyuz abi?’ dedim. ‘Evet’ dedi. Özür diledim, çıkartamadığımı söyledim. ‘Seni Ankara Mamak’tan tahliye eden hakim benim. Senin gibi 22 kişiyi tahliye ettiğim için benim de Çanakkale Cezaevi'ne sürgünüm çıktı’ dedi. Bu hikayeleri arttırmak mümkün. Bunları anlatırken haklılığımı tekrar hatırlamak istedim.
Soru: Peki, sizi İzmirde Buca Cezaevi'nde en çok etkileyen olay nedir?
Yüzlerce hikayem var. Ama ben acı vermemek için komik hikayeler anlatıyorum. 18 yaşındayız, Ödemişli İbrahim diye bir arkadaşımız var. Dünyanın en yüce tatlıcısı, sanatkâr bir kardeşimiz. O üç katlı ranzalarda, yeni bölümdeyiz. En alt katta yatmayı tercih ederdi normalde. O gün yemek biraz güzeldi sanıyorum, uyudu. O dönemde Ecevit döneminde 74 affı çıktığı için yataklar da bomboş. Üçüncü katta yatıyor. Tahliyeler aynı saatte mikrofondan okunur. Mesela ‘İbrahim Boncuk, İbrahim Boncuk tahliyecisiniz. Tahliye olmak üzere eşyalarınızla birlikte kapı altına gelin’ diye bağırdım. Kardeşim attı kendini ranzadan aşağı, sürüne sürüne kapıya gitti bağırmaya başladı. Sonra tabi şaka yaptığımızı anlattık ama cezaevi şakaları böyle kötü oluyor. Kendisine çok değer veririz. Ben böyle örnekler vermek istiyorum. Benim vermekten üzüldüğüm değil imtina ettiğim örnekler var.
Celladından helallik isteyen mahkum
Bir cami imamının kendi ağzında anlattığı olayı anlatmak istiyorum. ‘Ben hayatımda iki evliya gördüm Selçuk Duracık ve Halil Esendağ’ diyor. Sonra ‘Saat gece iki, kapıma infaz için geldiler. Abdest bile almak içimden gelmeden aldım, gittik. Hücrenin kapısını açtılar. Kapıyı açınca bembeyaz kefen gibi entarisini giymiş, terlikleri yan tarafta oturmuş Kur’an-ı Kerim okuyor. Ben içeriye girdim, ayağa kalktılar. Bana; Hocam gözümüz yollarda kaldı nerede kaldın? dediler. Şaşırdım, beni teselli ettiler ve Allah'a varacaklarını söylediler ve üzülmemem gerektiğini söylediler’ dedi. Daha önce nasıl bir havada idam edilmek istendiğini sormuşlar ‘Yıldız üstüne yıldız olsun ama yağmur da yağsın’ demişler. Tabi hoca bilmiyor bunu sadece biz biliyoruz. Hoca bize anlatırken ‘Her yer yıldız hafif de yağmur çiseliyordu’ dedi. Her iki arkadaş da savcıdan, hâkimden, imamdan, gardiyanlardan helallik istiyor. Sonra en son cellat, sonuçta o da insan. Celladın, gözleri ıslanmış. Ona da ‘En son görevi sen yapacaksın, hakkını helal et’ diyorlar. Cellat, ayağı ile tekme vuramıyor sandalyelere. Elimle çektim dememek için dirseğinin içi ile vuruyor sandalyeye. İkisinin de son anına kadar Allah, vatan ve milliyetçilikten bahsederek vefat ettiğinden bahsetti imam. Ben de okuyanları üzmemek için kestirme anlattım. İlk idam aldıklarında hücreye haber yolluyorlar kefen parası toplanmasını istiyorlar. Bir koğuştan kefen alacak para çıkmadı.
Soru: Keşke, böyle acılar yaşanmasaydı dediniz mi?
Biz her şeyden önce Türk Milliyetçisiyiz. Türk Milliyetçisi demek: Türk Milleti'ni sevmek, her konuda yardımcı olmak, Türk Milleti'nin iyi yaşaması için çaba sarf etmektir. Biz, yaptığımız hareketlerle Türk milletine iyilik yaptık. Komünizm çöktü ama Türkiye komünist olsaydı çökmezdi. Biz yalnızca atalarımızdan öğrendiğimizle komünizmi esaret olarak görüyorduk ve ‘Esir yaşamaktansa hür olarak ölelim daha iyi’ konusunda bağlandık. Adam Atatürkçüyüm dedi, bize Atatürk adına ateş ediyordu. Atatürkçüyüm dediler, Atatürk adına yargıladılar. Atatürkçüyüm deyip bizi Atatürk adına işkence yaptılar ve idam ettiler. Bunları hep Atatürkçülük adına yaptılar. Kim yaptı? Atatürkçülükten zerre kadar nasibi olmayan Atatürk düşmanları yaptı.
Nutuk'un son bölümünde ‘Ey Türk istikbalinin evladı. Bir gün istiklal ve cumhuriyetinizi korumak mecburiyetinize düşerseniz, vazifeye atılmak için içinde bulunduğunuz iman ve duruma aldırmayacaksınız’ diyor. Yıl 1975. Sovyetler komşumuz, komünizm almış yayılıyor. Ecevit, kapı tokmağını çevirsem yeter diye tehdide başladı. Ve Rubleler ‘Aydınım’ diyenleri satın almış durumda, yazdığı yazılardan konuşmalarına kadar komünizmi övüyorlar. Biz de ne tok esirler ne de aç hürler olmamak için kendimizi entelektüelin içinde yetiştiriyoruz. Filistin kamplarında, ben doğru düzgün silah tutmayı öğrenene kadar kendimi vurdum. İstiklalimizi korumak için mücadele ettik, biz Atatürk'ün emrini, ülkücü hareketi 1975-1980 yılları arasında yerine getirdik. Biz görevimizi yaptık. O zaman bir ocağımız vardı, geceleri kitap okur ve birbirimize anlatırdık. Bizim ocaklarımızı dağıtanın ocakları dağılsın.
Dünyada iki rejim vardır. Her ikisinde de mutlu azınlık, mutsuz çoğunluk vardır. Ülkücü hareket üçüncü bir sistemi oluşturdu, anlattırılmadan yok edilmeye mahkûm edildi. Bizim sistemimizde üretim araçları milletin olacaktı, bir çocuk zevk için kalemini kırdığında ‘Yapma be, onda benim de hakkım var’ diyebilecekti. Bunu da Millet Sektörü yoluyla yapacaktı. Bu herkese uzak bir kavram, kimse okumamıştır. Gün gelir bizim içimizden çıkan siyasiler Alparslan Türkeş'ten aldığı emaneti herkese anlatır. Mesela eğitimde fırsat eşitliği olacaktı, işçi fabrikaya ortak olacaktı, liyakat olacaktı. Yok şu sistem, yok bu sistem olsun diyorlar. Milliyetçi Parlamenter Sistem olsun. Türkiye’de mesela yüzde 20 işçi var. Peki, Meclis'te yüzde 20 işçi var mı? Yok. Kaç esnaf var, kaç memur, köylü var Meclis'te? Bu sadece bir örnek. Esnaf, serbest meslek sahibi, işçi, işveren, memur ve köylü yani 6 sosyal dilim kendisini Meclis'te temsil edemiyorsa nereden Meclis oluyor? Bizde medeniyetin nasıl ön safına geleceğimize dair planlarımız mevcut. Biz ya demokrasi ile geliriz ya da hiç gelmeyiz. İki ordu dese ki sizi iktidar yapacağız, inanın kabul etmeyiz. Alparslan Türkeş'in bir cümlesi de ‘En güzel darbe en kötü demokrasiden daha kötüdür' der.
Soru: Buca Cezaevi, yakın zamanda yıkıldı. Oraya temsili bir şey yapılabilir mi?
Oraya 100 metrekarenin üzerinde iki katı yerin altında iki katı yerin üstünde dört katlı bir bina olmalı. Çünkü eski bölüm öyleydi. Aynı koğuş gibi yapacaksınız. O dört katın bir katını kütüphane, bir katı müze olacak ve yaşanan olaylar burada gösterilecek. Kalan iki katı istediğiniz gibi değerlendirin. Oranın bütün çevresi de rahat olabilmek için alan yapılmalı. Yapmazlar. Çünkü orada adaletsizlikler, sonuçlanmamış aşklar, haksızlıklar, ölümler gizli. Orada adam öldürmenin cezası 5 yıldır, psikolojik nedenleri ortaya sürersiniz. Zaten müebbet alan adam 5 yıl fazla yatsa ne olur? Orada genç çocukların genelev gibi kullandığı yerler de vardır. Bunları anlatacaksınız, bilinmesi gerekiyor. Orada fedakarlıklar vardır. Arkadaşı için 20 sene yatanlar vardır, istikbalinin üzerini çizenler vardır. Orada arkadaşını satanlar vardır. Sen burayı yıkarsan, kaldırırsan büyük bir kültür potansiyelini kaybedersin. İnsanlar orada yaşadıkları ile hayatına yön veriyordu. Koğuşta tarih öğretmeni oturmuş yanına gelenlere tarih anlatıyor, doktor adam dizlerinin ağrımaması için ne yapması gerektiğini söylüyor. Orası bir okul aslında, biz 'Mekteb-i Yusufiye' diyoruz cezaevine. Çünkü Hz. Yusuf'u, Yusuf yapan cezaevinde çektiği çilelerdir. Bir okuldan farksızdı, sıradan bir okul yetiştiremezdi.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Benden çok daha fazla iyi bilen insanlarımız var. Hücrelerde farelere, yediği ekmeğin yarısını verenler var, sırf geceleri burnunu kulağını yemesin diye. Ne kadar acı çektiyse insan o kadar komik şeylere özeniyor. Unutmak istediği için değil ama.