KONULAR
Bir vaizin cemaatinden darbeye kalkışan yapıya
Vaiz olarak başlayıp, görünüşte “cemaat” yapılanmasından dünyanın dört bir yanına yayılan bir "ağ” haline gelen, Türkiye'de 15 Temmuz darbe girişimine giden karmaşık bir yapılanma…
Hakkında açılan davalardan kurtulan, devleti ele geçirme çabasında her türlü işbirliği ilişkisine girmekten çekinmeyen yapının başındaki Fethullah Gülen öldü. Öldüğünde zamanında kendisine övgüler dizen birçok isim onun bir “hain” olduğunu söylüyordu.
Gizli ve katı bir dini yapılanmayla devlet yönetimini ele geçirmeyi hedefleyen, bu doğrultuda da önemli kazanımlar sağlayan örgüt daha sonra 15 Temmuz darbe girişimine de kalkışmıştı.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından devletteki yapılanması büyük ölçüde tasfiye edilen grubun bu uzantılarına yönelik zaman zaman operasyonlar yapılıyor.
Türkiye'nin son 60 yılında adından söz edilen Fethullah Gülen ve kurduğu “örgüte” ilişkin bazı bilgiler şöyle:
Fethullah Gülen, 1941 yılında Erzurum'un Pasinler ilçesinde sekiz kardeşin ikincisi olarak dünyaya geldi. İlk dini bilgilerini, imam olan babasından aldı. Yarım bıraktığı ilkokulu dışarıdan bitiren Gülen, bu süreçte değişik kişilerden dini eğitim aldı. 17 yaşında Nur cemaatiyle tanıştı.
Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak 1959 yılında Edirne'de vaiz olarak göreve başladı ve dört yıla yakın burada çalıştı. Askerlik sonrasında memleketine dönerek 1962'de Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum Şubesinin kurucuları arasında yer aldı. Daha sonra önce Edirne ve Kırklareli'nde imamlık yaptı.
İzmir'e 1966 yılında tayinin çıktı. Bu Fethullah Gülen'in hayatında bir dönüm noktasıydı. İzmir’de hem öğreticilik hem de Kestane Pazarı Kur'an Kursu müdürlüğü yaptı. Bu dönemde etrafında bir çekirdek kadro toplanıyor ve grubun temelleri atılıyordu.
12 Mart 1971'deki askeri muhtırasına kadar burada görev yaptı, vaazlarıyla etrafındaki sempatizan sayısını artırdı.
İlk dava 12 Mart döneminde
1971’deki 12 Mart Muhtırasından sonra o dönemki Türk Ceza Kanunu’nun 163. Maddesi uyarınca “laik devlet düzenini yıkıp din devleti kurmak için propaganda yapmak” suçlamasıyla tutuklandı. Altı ay cezaevinde kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
20 Eylül 1972'de sonuçlanan “Nurcular Davası”nda üç yıl hüküm giydi. Ancak 24 Ekim 1973'te Askeri Yargıtay kararı bozdu. 1974'te Bülent Ecevit hükümetinin çıkardığı genel afla da yargılaması sona erdi.
Altı aylık cezaevi döneminin ardından yeniden İzmir’e giderek değişik camilerinde vaaz vermeye başladı. Diyanet İşleri’nce vaaz yasağı getirildi ve Şubat 1972’de Edremit’e tayin oldu. Buradaki iki yıla yakın süre kaldı ve tayinini yeniden İzmir’e çıkarmayı başardı.
12 Eylül dönemi ve ilk kaçış
12 Eylül askeri darbeden sonra İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı hakkında yakalama kararı verilmesiyle İzmir’den kaçtı. Ardından Diyanet’teki vaizlik görevinden de istifa etti.
Yaklaşık altı yıl boyunca saklandı. Değişik illerde dolaştı, arkadaşları ve akrabalarında kaldı. 4 Ocak 1986’da Burdur’da kardeşine ait kimlikle yakalandı. Gözaltına alınarak İzmir’e gönderildi. Ancak daha sonra serbest bırakıldı. İddialara göre dönemin “güçlü bir ismi” devreye girmişti.
Yakalandığında yanında bulunan isimler daha sonra “örgüt”ün yapılanmasında önemli roller üstlenecekti.
12 Eylül darbecilerine destek veriyor görünmeye özen gösterdi. “Örgüt”ünün çıkardığı Sızıntı Dergisi’nin Ekim 1980 tarihli sayısındaki “Son Karakol” başlıklı başyazısında “Ümidimizin tükendiği yerde hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyordu. İddialara göre darbenin lideri Kenan Evren’e de görüşme talebini iletmiş, ancak olumsuz yanıt almıştı.
Işık evlerinde örgütlenme
İzmir’e geldiği yıllarda başlayan ve yavaş yavaş büyüyen faaliyetleri artık değişik illerde destekçi bulmaya başlamıştı. Anadolu’ya açıldı, değişik merkezleri ziyaret etti. 1979’da yayınlanmaya başlayan Sızıntı dergisindeki yazılarıyla farklı bir imaj çiziyordu.
Gülen’in kurduğu “örgüt”ün (cemaat) yapılanmasında ilk halka “eğitim” oldu. Cemaate bağlı “Işık Evleri”nde öğrenciler Gülen’in fikirleri doğrultusunda eğitildi, Değişik kentlerden devşirilen zeki ve yoksul çocuklara sahip çıkılıyor, evlere yerleştiriliyor ve eğitiliyordu. Bunlar daha sonra devletin değişik kurumlarında önemli kademelerde görev almaya başlayacaktı.
Eğitimden gelen sermaye
Eğitim kurumları aynı zamanda “Gülen örgütü”nün sermaye oluşturma çabasının da odak noktası olacaktı.
Açılan bir okul ve bu okulun değişik ihtiyaçlarının karşılanması için kurulan şirketler aynı zamanda “örgüt”ün finans gücünün de başlangıcı, büyümesi ve güçlenmesini sağladı.
Öyle ki bu yapılanma değişik ülkelerde okulların açılması ve işletmelerin kurulması, okul ve şirket yönetimlerine yerel güçlü isimlerin de alınması örgütlenme sistemine güç kattı.
Gelinen aşamada “örgüt” kendisini bir “cemaat” olarak tanımlamaktan vazgeçti “Hizmet hareketi” olarak tanımlamaya başladı. Ancak, bu “hizmet” tanımının kime hizmet olduğu hep tartışmalıydı. Grupla ilgili yorumlarda bu "hizmetin" geniş bir "casusluk ağı" olduğuna dair iddialar da vardı.
1990'lar sonrası ise bir yandan "devlete sızma" hızlanırken diğer yandan sivil alanda "legal faaliyetler" yürütme dönemi başladı. Türkçe olimpiyatları bunların en popüler olanıydı. Örgüt mensupları yandan kurumsallaşmaya, şirketleşmeye ve örgütlenmeye başladılar. Özellikle siyaset dünyasıyla ilişkilerini geliştirildi. Aynı zamanda dünyaya açılma stratejisi hayata geçirildi.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri, Balkan ülkeleri ile Afrika ülkelerinde açılan okul sayısı arttı. Kimi yerlerde bu yapılanma yerel hükümetleri de rahatsız etmeye başlamıştı.
Bank Asya’nın açılışı
Ekonomik alanda da güçlenen "Gülen örgütü", Ekim 1996’da Bank Asya'yı açtı. Açılışa Refah-Yol Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Devlet Bakanı Abdullah Gül, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Abdülkadir Aksu da katılarak kurdele kesti.
Diğer yandan gıda, eğitim, sağlık, medya gibi alanlarda açılan şirketlerin sayısı arttı ve şirketler güçlendi. Birçok büyük holding ortaya çıktı, üniversiteler açıldı. Özel okullardan her yıl binlerce öğrenci mezun oldu.
“Örgüt”ün başındaki Fethullah Gülen, 1990'lı yıllarda dönemin siyasetçileriyle sıcak ilişkiler geliştirdi. Aynı zamanda "dinler arası diyalog" söylemiyle de uluslararası alanda farklı bir imaj çiziyordu.
İkinci dava ve ABD’ye kaçış
“Örgüt”ün başı hakkındaki ikinci dava 28 Şubat sürecinde Nuh Mete Yüksel tarafından iddianamesi hazırlanan dava oldu. İddianamede Gülen’e yöneltilen suçlama “Türkiye'de laik düzen yerine şeriata dayalı bir İslam devleti kurmak için taraftarlarını teşvik etmek” idi.
Bu süreçte hazırlanan bir Emniyet raporuna göre “Gülen bir örgütün lideriydi ve liderlik ettiği örgütün değişik birimlere sızmasından” söz ediliyordu.
Gülen, raporun açıklanmasından çok kısa bir süre sonra “sağlık problemleri” gerekçesiyle ABD’ye kaçtı. Bu kaçış ölümüne kadar sürdü. Pensilvanya’da büyük bir yerleşkeye dönüşen evde yaşamaya başladı.
Örgüt liderinin yaşadığı yere düzenlenen ziyaret turlarına katılanlar arasında birçok ünlü isim yer alıyordu. Örgütle bağlantılı kişiler için bu turlar adeta bir tören ve itibar edinme çabasına dönüşmüştü. Doğal olarak bu turları düzenleyen organizatörler de “örgüt”ün şirketleriydi.
İktidar değişimi ve güç
3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerle Türkiye’de bir iktidar değişimi yaşandı. Yeni bir siyasi parti olan AK Parti tek başına iktidar olacak çoğunluğu yakaladı.
Daha sonra parti yönetiminden isimlerin de dile getirdiği gibi AK Parti tek başına iktidar olmuştu, ancak devleti yönetecek yeterli kadrosu yoktu. Devlet içerisinde kadroları zayıf olan AK Parti, iktidarının özellikle on yıl Gülen'e bağlı kadroları kullandı. Bu Gülencilerin devlet içindeki etkinliğinin zirveye çıktığı bir dönem oldu.
Diğer yandan Gülen'in üzerindeki AKP döneminde yargı baskısı azaldı. Gülen'i tehdit olarak gören TSK, 2004'te yapılan MGK toplantısında, "Türkiye'deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen" konusu gündeme geldi ve buna karşı yurt içi ve yurt dışında eylem planı hazırlanması ve hükümete bildirilmesi kararlaştırıldı.
Dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından da bu karar imzalandı. Ancak AKP, Gülen ile mücadele kararını hayata geçirmedi.
Bu süreçte Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 2007 yılında Gülen hakkında suçun oluşmadığı iddiasıyla beraat kararı verdi. Karar, 2008 yılında Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onandı. Böylece “örgüt” elebaşı yargılanmaktan kurulmuştu.
Hedefli operasyonlar
2007 yılı “Gülen örgütü”nün devlet içerisindeki operasyonel gücünü kullanmasının başlangıcı oldu. İlk olarak hükümete muhalif kesimler hedef alındı.
Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi siyasi birçok soruşturma açıldı. Operasyonlarla hedef seçilen isimler görevlerinden uzaklaştırıldı, tutuklandı. Kadrolar boşaltıldı, bu kadrolara yeni isimler getirildi.
Yeni bir çatışma süreci
Devlet içerisindeki gücünün zirvesine ulaşan “Gülen örgütü” nün iktidarı hedef almaya başlamıştı. Dönemin MİT Başkanı gözaltına alma girişimiyle bu iyice ortaya çıktı.
“17 Aralık, 25 Aralık” olarak tanımlanan, dönemin yöneticilerinin ses kayıtlarının internetten yayınlanmış, yolsuzluk ve rüşvet iddialı operasyonlar gerilimin artırdı. Dershanelerin kapatılmasına yönelik düzenleme ise bir başka gerilim konusuydu.
“Gülen örgütü” 2014 yılına gelindiğinde, MGK tarafından "paralel devlet yapılanması" olarak niteleniyordu.
15 Temmuz darbe girişimi
Haziran 2016’de Fethullah Gülen'in arasında bulunduğu 73 kişi hakkında terör örgütü kurmak, yönetmek ve üyesi olmak iddiasıyla "FETÖ çatı iddianame" hazırlandı. İddianamede, örgütün darbe yapacak güce ulaştığı anlatıldı. Ancak iddianame henüz mahkeme tarafından kabul edilmeden 15 Temmuz 2016 tarihinde askeri darbe girişimi yaşandı.
Darbenin başarısız olmasıyla “Gülen örgütü”nün devletteki yapılanması tasfiye edilmeye başlandı. Yaklaşık 125 bin kamu görevlisi, örgütle bağlantılı olduğu iddiasıyla ihraç edildi.
Haklarında dava açılanların bazılar yurt dışına kaçtı, yurt dışında bulunanlar ise ülkeye dönmedi. Haklarında arama kararı bulunan birçok isim var. Darbe girişiminin ardından devletteki yapılanması büyük ölçüde tasfiye edilen grubun bu uzantılarına yönelik zaman zaman operasyonlar yapılıyor.
Uzun süredir sağlık sorunları yaşayan Fethullah Gülen’in son dönemlerinde grup içinde liderlik mücadelesi yaşandığı yönünde haberler kamuoyuna yansıyordu. Ölümünün ardından bu mücadelenin daha sertleşmesi bekleniyor. Kimi yorumlara göre “bu mücadelede ortaya çıkacak ayrışmalar yeni ittifaklara da kapı aralayabilir. “