"Derin iz bırakmayan göç yoktur”
Farklı kulvarlarda eserler üreten 15 sanatçının “göç”ü anlatan sergisi, İzmir’den sonra yolculuğuna devam edecek.
Feriha Dağlı, Çağdaş Ülgen ve Bahar Soğukkuyu Dinçakman tarafından geçen yıl kurulan “Kollektif Sanat İzmir”, belirli konu ve mekana bağlı kalmadan farklı kulvarlarda birlikte üretmeyi amaçlıyor.
“Kollektif Sanat İzmir”, ilk etkinliğinde farklı sanat dallarından bir grup sanatçı ile “göç” olgusunu irdeliyor. Kültürel kimliğinin zenginliği göçle oluşan İzmir’de açılan sergi, geçmişten bugüne bitmeyen, sınırları aşan, dramlar kadar kültürel zenginliği de beraberinde taşıyan göçü anlatıyor.
Ressam Dağlı, Animasyon Sanatçısı Ülgen ve Grafik Sanatçısı Dinçakman’ın yanı sıra Asuman Tekgönül, Burcu Gülay Taşçı, Demet İper Dicle, Eda Nergis, Figen Gürsoy, Gülderen Depas, Halil Yoleri, John Viller, Levi Viller, Nazif Kurşunlu, Özlen Yücelmiş ve Pınar Çalışkan Güneş’in eserlerinin yer aldığı “Göç” sergisi, Pintura Urla Sanat Galerisi’nden sonra başka kent ve mekanlarda da yolculuğunu sürdürecek.
Sanatçıların tuvale, taşa, seramiğe, ipliğe, ağaca, deriye, cama, kağıda yansıyan eserleri, izleyenlere “derin iz bırakmayan göç yoktur” duygusu veriyor.
Göçmen kadınların dantellerinden “mübadele örtüsü” yaptı
Ressam Feriha Dağlı, aylar önce planladıkları konunun Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte bir kez daha dünya gündemini oluşturduğuna dikkati çekerek, sergideki sanatçıların her birinin eseri ve hikayesinin farklı olduğunu vurguladı.
Serginin en dikkat çeken eserlerinden birini yapan Dağlı, “mübadele örtüsü”nün hikayesini şöyle anlatıyor:
“Büyükannelerimden dinlediğim göç hikayeleriyle büyüdüm. Biz onların yaşadıklarını hikaye dinler gibi dinledik, onların çektiğini acıları bilmeden… Büyükannem genç kız iken gaz lambasının ışığında çeyizini işlemiş. ’Düşman geliyor, kaçın” denildiğinde büyükannem 14 yaşındaymış. O gece herkes kendince değerli olan eşyalarından çıkın hazırladığında, büyükannem geceler boyu gaz lambasının ışığında çeyiz olarak işlediği örtülerini, dantellerini bir bohça yapıp sırtına vurmuş. Makedonya'nın Grates Köyü’nden Türkiye'ye doğru aylarca süren yolculuk başlamış. Tuna Nehri’nden geçerken tökezleyen büyükannemin bohçası, suya düşmüş. Büyükannem ağlamaya başlayınca çevredekiler elbirliğiyle bohçayı sudan çıkarıp sırılsıklam olan örtüleri, dantelleri çalılıkların üzerine serip kurutmuşlar. Büyükannem bir gece sürüldükleri toprakları hiç göremeden özlemle ömürünü yaşadı. Dantellerin bende çağrıştırdığı bir başka görüntü ise yaşamın ona benzetilerek örülüyor olması…’’
Göçmek zorunda kalan her kadından aldığı dantelleri birbirini ekleyen Dağlı, ortaya çıkan “mübadele örtüsü”nü özlem duyulan topraklara götürerek döngüyü tamamlamak istiyor. Sergiyi yakında Saraybosna’ya götüreceklerini ifade eden Dağlı, mübadele örtüsünü oradaki kadınlardan gelecek parçalarla büyütecek. Dağlı, “Buradakileri oraya, oradakileri de buraya getirerek köprü oluşturmayı hayal ettim” diyor.
Dijital sanat eseri de yer alıyor
Sergide Çağdaş Ülgen’in tuval üzerine akrilikle yaptığı dijital sanat eseri de yer alıyor. Üzerindeki QR kod okutulduğunda, izleyeni canlandırma animasyona yönlendiriyor.
Tuvalin arkasında ise “dijital eserin tapusu” sayılabilecek Türkçe ve İngilizce olarak yazılmış beyanname yer alıyor. Beyanname, “tuvale sahip olanın aynı zamanda canlandırma animasyonunun da her türlü kullanımına sahip” olduğunu ifade ediyor.
Ülgen, eserinin NFT'lerden farklılık gösterdiğini belirterek, “Bir dijital sanat eseri ve gerçek sanat eseri birbirini desteklemiş oluyor. NFT’lerde ayrı bir sistem var. Ürün; aracı siteler aracılığıyla çalışıyor. Dijital eserin sanatçıdan kullanıcıya devrini sağlamış oluyoruz. Teknoloji, sanat ve hukuksal boyutun iç içe geçtiği eğlendirici bir boyut var. Bu anlamda dünyada ilk olabilir. Eseri almış olan sürece dahil oluyor. Eseri yanında taşıyacak. Yeni olanda hep risk ve heyecan vardır. Dijital sanatta da risk var. Site bir anda kapanabiliyor. Ama avantajları da var; eskimiyor, taşınabilirlik sorunu yok. Tüketip tüketmemek bir tercih. Kabul gördükçe kıymetli olacak” diyor.
Yüzyıl öncesinden bir göçmen
Fransız Devrimi’nin ardından Avrupa’da gelişen bağımsızlık hareketleri içinde ülkeleri için özgürlük isteyen Macar muhalifler, kendi topraklarında başarısız olunca Osmanlı İmparatorluğu’na sığındı. Kalabalıklar halinde gelen bu muhaliflerden biri de Yüzbaşı Joseph Cohlmann… Cohlmann, siyasi mülteci olarak geldiği topraklarda yeni bir kimlikle, Macar Feyzullah Paşa adıyla yaşamını sürdürüyor.
Minyatür Sanatçısı Eda Nergiz, yüzyıl öncesinde yaşanan bu göç hikayesini farklı bir yöntemle sergiye taşıyor. Macar Feyzullah Paşa’nın Çengelköy’de adıyla anılan köşkünün karşılama odasını orjinaline sadık kalarak ve küçülterek yapan Nergiz, 3 yıllık çalışmanın ürünü olan eserine “zamanın ruhu” adını vermiş.
Macar Feyzullah Paşa’nın ölene kadar memleketine hasret yaşadığını anlatan Nergiz, “Macar, Polonya ve İtalyanlar bağımsızlık ve demokrasi idealini taşıyorlar. Bizim topraklarımıza geldiklerinde devlet kademelerinde görev alıyor ve büyük etki yaratıyorlar. Bu topraklarda yaşanan hava, zamanın gençlerini de etkiliyor. O gençlerden biri de Mustafa Kemal…” diyor.
Göç edenlerin gözüyle “göç”ü anlamak…
Sergide, İki suriyeli sanatçının eserleri de yer alıyor. Yahya ve Muhammed, Levi Viller ve John Viller adıyla katılıyorlar sergiye… Göç İdaresinden izin alamadıkları için sergi açılışına katılamayan iki kardeşin eserleri, sanatseverlerden büyük ilgi gördü.
Resim eğitimi almayan sanatçıların “Rönesans” dönemini çağrıştıran portre çalışmaları, sergiye anlam katıyor. Göçü birebir yaşayan sanatçılar, tuvale yansıttıkları kadar hikayeleriyle de serginin içindeler.
Sergi, ay sonuna kadar Pintura Urla Sanat Galerisi'nde görülebilecek.