Bestelenen ilk Türk operası ''Özsoy Destanı" bundan 90 yıl önce 19 Haziran 1934'te Ankara Halkevi'nde sahnelendi. (Foto: Eskişehir BB)

KONULAR

İlk Türk operası Özsoy Destanı 90. yılında

Bestelenen ilk Türk operası ''Özsoy Destanı" bundan 90 yıl önce 19 Haziran 1934'te Ankara Halkevi'nde sahnelendi.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, İran Şahı Pehlevi'nin 16 Haziran 1934'te başlayacak Türkiye ziyaretine kısa süre kala, yeni Türk toplumunun temeli olan devrimlerin tanıtılması bakımından en etkili gücü, müziği seçti ve konusunu da vererek bir opera bestelenmesini önerdi. İran Şahı'nın gelmesine bir ay kala Münir Hayri Egeli'nin yazdığı libretto, Ahmet Adnan Saygun tarafından kısa sürede bestelendi.

Rıza Pehlevi ve Mustafa Kemal, 19 Haziran 1934 günü  Özsoy Operası'nı izlemek üzere, saat 16.00'da Halkevi'ndeki locada yerlerini almışlardı. 

Ahmet Adnan Saygun’un daha 27 yaşındayken ve iki ay gibi kısa sürede bestelediği eser Cumhuriyet tarihinin seslendirilmiş ilk operası olarak tarihe geçti. Üç perdelik, dramatik türde bir opera olarak bestelenmiş olmakla birlikte, 1982 yılında Atatürk’ün 100. doğum yıl dönümü dolayısıyla, tam 48 yıl sonra tekrar sahnelenmesi gündeme geldiğinde Saygun, bu üç perdelik operayı, bir perdelik özet hâline getirmişti. 

Sanatçı İlknur Tunçdemir, "Özsoy Destanı Operası" hakkındaki yazısında, eserin "Cumhuriyet tarihinin ilk lirik sahne eseri olması bakımından çok büyük bir öneme sahip" olduğunu yazar. Çünkü, ‘Özsoy Destanı Operası metni, dünya müzik tarihinde büyük bir devlet adamı ve büyük bir sanatçının birlikte yarattıkları tek opera olma özelliğini de taşımaktadır."

Ahmet Adnan Saygun, eserle ilgili düşüncelerini şöyle anlatır: "Yoğun 749 çalışmaların sürdürüldüğü sıralarda karşılaştığım bütün zorluklara ve engellemelere rağmen, eserimin aleyhinde söylenen türlü sözler karşısında, Halkevine gelen Atatürk provaları seyretmişti. Riyaset-i Cumhur Orkestrası yerine İstanbul Belediye Konservatuvarı’ndaki yaylı sazlar orkestrası ile Riyaset-i Cumhur Armonisi’nin nefesli sazlarını birleştirerek benim yönetimimde bir orkestra ile çalışmalarıma devam etmemi emrettiği sırada söylemiş olduğu sözlerden özellikle bir cümlesi hâlâ kulaklarımda çın çın çınlamaktadır… ‘

Tunçdemir, yazısında şu değerlendirmelere yer veriyor: 

"Özsoy Destanı operası İran Şahı Rıza Pehleviyi etkilemek üzere, âdeta tek kullanımlık bir opera olarak düşünülmüş ve tasarlanmıştır. Metnin librettosunu Münir Hayri Egeli’nin yazmasını isteyen Atatürk eser için şöyle demiştir 'Özsoy güzel, güzel ama onun kıymeti yalnız bugün içindir." 

Özsoy Destanı Operası’nın üç perdelik librettosu, aralarında benzerlik bulunan Türk ve İran mitolojilerine dayanılarak hazırlanmıştır. Türk-İran tarihini birleştiren mitolojinin, librettoya kaynak olmadaki etkinliği büyüktür. Türk-İran ulusları arasındaki ilişkinin, bir soyun iki kardeş boyu ülküsüne temel olarak değerlendirilmesine ön planda özen gösterilmiştir." 

Özsoy Destanı'nda anlatılan öykü

Tunçdemir'in yazısında belirttiği gibi "Operanın konusunun kaynağı İran Şahı Firdevs’inin şahnamesindeki Feridun Efsanesi'dir." Buna göre, yeryüzünde insanlar türedikten sonra, karanlık ile aydınlık arasında bir çatışma başlar. Nihayet gün gelir, karanlığa tutsak düşen insanlık, İran Şahı Firdevsi’nin Şahnamesi’ne konu olur ve şair, eserinde, insanoğluna musallat olan karanlığı Dahhak olarak nitelendirir. 

Yüzyıllar boyu zulmü süren Dahhak’ı, Türk ve İran mitolojilerinde ayrı ayrı adlarla anılan bir kahraman devirip aydınlığa yol verir.  Yeniden aydınlığa kavuşan insanlar, başlarına Feridun adlı bir beyi seçerler. Hakan Feridun’un; Selm, Tur ve İraç adlı üç oğlu vardır. Bunlardan Tür Türkleri, İraç İranlıları, Selm ise Avrupalıları temsil eder. Fakat Atatürk’ün yazdırmış olduğu metinde "Türk-İran uluslarının kardeş oldukları idealinden" dolayı ikiz kardeş olarak gösterilen iki karakter üzerinden, Tur ve İraç’tan söz edilir. 

Operanın sahneleri

Özsoy Destanı Operası’nın ilk perdesinin konusu, Firdevsi’den Antik Pers Mitolojisi’ne dek uzanan mit geleneğinin içerisinden seçilerek, Orta Asya Türk Mitolojisi’nden alınan kimi öğelerin karışımından oluşur. Öz-Ozanın açılış reçitatifi (konuşmalı bölüm) o yılların Türk tarih tezine açık göndermeler içerir. Öz-Ozan kırk bin yıl öncesine dönerek öyküsünü başlatır:

"Tarih diyor ki bize: Medeniyet ırmağı Brakisefal soyda buldu özlü kaynağı. Bu soy Asya’dan çıktı, dört bir yana yayıldı.  Bu tarih yükselişin başlangıcı sayıldı. Avrupa, Anadolu, İran ve Garpta. Medeniyet girdi, bakır, bu büyük 750 soyla... Ben vatan yavuklusu Ozanım,  Öz tarihi söylerim, olmuşu naklederim...” 

Bu çağda sadece doğaüstü güçlere sahip felekler ile baş Şaman yarı mistik figürler olarak sahnededir. Üçüncü sahnede Feridun’un eşi Hatunun doğumu beklenmektedir. Koro tanrıya yalvarmaktadır. Ülkenin dört bir tarafından beyler bir araya gelmişlerdir. Feridunu öven konuşmalar yapılırken haberci gelir, hatunun doğumunu müjdeleyerek ikiz oğlu olduğunu söyler. Baş Şaman şöyle demektedir:  ‘Bu gece Öz-soyun kaynağı doğdu...” 

Sahnede Hatun ve Feridun’un karşılıklı düeti başlar:  ‘Kadına annelik vatanseverliktir bey...” Feridun: "Kadın anne olunca feleğin ömrü uzar... Yerler göğe yaklaşır. Nur olur yerleri sular...” 

Doğumu kutlamaya sırasıyla felekler gelirler, iyi dileklerini hatuna söylemeye başlarlar. 

Birinci Felek: Bu yavrular kutlu olsun hatuna, 

İkinci Felek: Bu yavrular Öz-soylu, dinç olsun, güçlü olsun dünyayı hükmeylesin, 

Üçüncü Felek: Bu yavrular Özsoyları çoğalınca, boyları yeryüzünün en güçlü yurduna sahip olsun, 

Dördüncü Felek: Bu yavrular ve onun Özsoyları ne zaman elele verip tutuşsalar yeryüzü ışık dolsun, barış ve bereket onlardan doğsun, 

Beşinci Felek: Bu yavrular ve çocukları, çağlar boyu sürüp gidecek soyları hiçbir zaman unutmasınlar kardeş olduklarını, 

Altıncı Felek: Yer durdukça soyları kötülük görmesin, kendileri ve soyları ölümsüz olsunlar, 

Yedinci Felek: Soyları devir devir üzerlerine çökecek karanlık bulutlardan sıyrılıp yeniden can bulsunlar onların öz yurdunda yeniden genç kalsınlar... 

Feridun bütün feleklerin yanında bu iki yavrunun adını koyar: "Sen ey nur topu çocuk senin adın ‘Tur’ olsun: Eşin ay, yoldaşın kurt olsun. Sen ey sevgili çocuk senin de adın ‘İraç’ olsun: Nurun yeşilinden çıksın, güneş seninle parlasın, yoldaşın arslan olsun... İkiniz cesaretin, kahramanlığın rengi al ile yiğitliğin, temizliğin parlaklığın rengi olan beyaza birlikte sarılınız...'

Şölen ve kutlamalar başlar. Şölene çağrılmadığı için kızgın olan (karanlıkların özünü temsil eden şeytan) Ahriman sahneye gelir ve hatuna korku sözlerini söyleyerek lanetini açıklar: ‘Bu iki gencin soylarını daima meçhul kalmaya mahkum ediyorum. Nifak perilerimi seferber edeceğim ve her zaman soylarının arasına sokacağım...' 

Eserin ikinci ve üçüncü perdelerinde efsane havasından ayrılıp mütareke, İstiklal Savaşı ve sonrası işlenir. 

Eserin son sahnesinde Ahriman'ın gazabına uğrayan ve tanrılarca ebedi hayata mazhar kılınmış bulunan Tur ve İraç (yani Türklerle İranlılar) yüzyıllar boyunca birbirlerinden ayrı kalmışlardır. Fakat sonunda her iki milletin başlarına geçen Tur ve İraç bu dönemde birbirlerine kavuşmuşlardır. Eserin tekrar efsane havasına getirilen final sahnesinde Feridun ve tüm kadro sahneye çıkar. Ancak sahnede Tur ve İraç yoktur. Feridun sorar: Tur ve İraç’ı göremiyorum nerededirler... Buna oyunun anlatıcısı Öz-Ozan Halkevinin locasında Şah Rıza Pehlevî ile birlikte temsili seyreden Atatürk’ü işaret ederek şöyle der: İşte Tur ve işte İraç..."

Operanın haberi

Operayı izleyen ajans muhabirinin haberi şöyle başlıyor:

''Ankara, 19 (A.A) - Bugün saat 16'da ala hazereti hümayun İran Şehinşahı Reza Pehlevi hazretlerinin şereflerine sembolik 'Özsoy' piyesi temsil olunmuştur.

İran Şehinşahı Hazretleriyle Gazi Hazretleri saat 16'da güzide bir halk ile tamamen dolu bir halde bulunan temsil salonunun hususi locasını teşrif bulunmuşlar ve İran Milli Marşı ve İstiklal Marşı ile karşılanmışlardır.

Operanın konusuna da yer verilen haber, şöyle sona eriyor: ''...muvaffakiyetle sahneye vaz ve temsil olunan bu piyesle Türk milli operası da ilk nüvesini kurmuş bulunmaktadır. Beynelmilel musiki kaideleri altına ve ahengine sokulan tamamen milli ve orijinal besteleri musikide milli inkılabın muvaffak olmuş bir başlangıcıdır.

Alkışlar arasında biten piyesi müteakip ala hazreti hümayun ve Gazi Hazretleri, İran ve Türk milli marşlarıyla selamlanarak salonu terketmişlerdir.''