Kurtuluşa giden Anadolu yolunda ilk adımlar 103 yıl önce Samsun'da atıldı. Mustafa Kemal, hedefi Havza'da açıkladı: “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız; çalışacağız, memleketi kurtaracağız."

Samsun'dan 103 yıl önce başlayan yürüyüş

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna giden Anadolu yolunda ilk adımlar bundan tam 103 yıl önce, yani 37 bin 622 gün önce Samsun'da Tütün İskelesi'nde atıldı. 

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkış tarihi olan 19 Mayıs 1919, genellikle Millî Mücadele’nin başlangıcı kabul edilir. Bu başlangıcın şekillenmesi Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918'de  tarihinde başlar aslında.  Mütareke imzalandıktan bir gün sonra Adana’ya gelen ve Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı devralmak durumunda kalan Mustafa Kemal Paşa’nın, “Savaş müttefikler için bitmiş olabilir ama bizi ilgilendiren savaş, istikbalimizin savaşı ancak şimdi başlıyor” sözleri yani Millî Mücadele’nin başlayacağının işaretidir. 

Mustafa Kemal Paşa, hemen mütareke hükümlerine karşı yazılı itirazlarını dile getirmiş, sonra görevinden ayrılarak çözüm yolu aramak için İstanbul’a gitmiş, hatta Suriye Cephesi’nden ayrılmadan önce Ali Fuat Paşa ile gelecekteki mücadele için neler yapılabileceğini ele almıştır. Adana’daki karargâhında Ali Fuat Paşa’ya geleceğe ilişkin görüşünü şöyle dile getirir: “Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.”

Bu doğrultuda, Mütareke’den kısa süre sonra İskenderun’dan başlayarak Adana, Çukurova ve bütün Güney Anadolu’da işgaller ve işgallere karşı özellikle Maraş, Urfa ve Antep’te örgütlenme ve direniş de zaten başlamıştı.

Ülkenin durumu

“Ülkenin durumu” ise Mustafa Kemal Atatürk tarafından Nutuk’ta çarpıcı bir şekilde ortaya konulur: 

“1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir:

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa başkanlığındaki hükûmet aciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilaf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilaf Devletlerinin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir'e çıkarılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.”

Bu vahim durum karşısında "Düşünülen kurtuluş yolları” ile ilgili bilgi veren Mustafa Kemal, millî kuruluşlar ve millî varlığa düşman kuruluşları anlatır. 

Mustafa Kemal, genel durumu “daha dar bir çerçeve içine alarak”, şöyle gözden geçirmemizi sağlar:

“Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddi ve manevi saldırıya geçmişler. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı hâlde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felaketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta... Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı'nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu, Padişah ve Halife'nin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...

Diğer önemli bir noktayı da belirtmek gerekir. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilaf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu.

O hâlde, kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Önce, İtilaf Devletlerine karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halife'ye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı.”

Kurtuluş için aranan yollar

Nutuk’ta, “Bu durum ve şartlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi?” diye soran Mustafa Kemal, şöyle devam eder:

“Açıkladığım hususlara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar ortaya atılmıştır.

Birincisi, İngiliz himayesini istemek

İkincisi, Amerikan mandasını istemek,

Bu iki türlü karar sahipleri, Osmanlı Devleti'nin bir bütün hâlinde korunmasını düşünenlerdir. Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında taksimi yerine, imparatorluğu tek bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı tercih edenlerdir.

Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmuştur. Söz gelişi, bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmama tedbirlerine başvuruyordu. Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılacağını ve Osmanlı ülkesinin taksim edileceğini oldubitti kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyordu.”

Samsun’a hareket

29 Nisan 1919: Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı nazırlığa davet ederek “Türklerin Rumlara yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmesi” nin kararlaştırıldığını bildirir.

Mustafa Kemal Paşa, 30 Nisan 1919’da, merkezi Sivas’ta olması gereken fakat kaldırıldığı için karargahı bile bulunmayan 9. Ordu’ya “kıtalar müfettişi” olarak atanır. Askerî ve siyasi idarede istediği kadar geniş yetkileri kapsayan, daha sonra Bakanlar Kurulu oluruna bağlanacak olan bir “Yetki Talimatı” 6 Mayıs 1919 tarihli tezkere ile kendisine tebliğ edilir. Dâhiliye Nezaretinden yani İçişler Bakanlığından, gerektiğinde harcanmak üzere 1.000 lira ödenek verilir. Bandırma vapuru ile önce Samsun’a, oradan da Sivas’a gidilmesi öngörülmektedir. 

8 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Kıtalar Müfettişliğine atandığı Harbiye Nezaretince (Savaş Bakanlığı) bütün kolordulara bildirilir.

11 Mayıs’ta, Mustafa Kemal, İstanbul’dan, Sivas Vilayetine, Canik Müstakil Mutasarrıflığına ve Sivas’taki 3. Kolordu Komutanlığı’na gönderdiği telgrafla, bölgelerinde faaliyet gösteren eşkıyanın sayı ve durumu hakkında bilgi ister. 

12 Mayıs’ta, Savunma Bakanlığı'nca, 9. Ordu Müfettişliği Karargahı’nın “seferi karargah” sayılacağı ilgili birimlere duyurulur. 

Mustafa Kemal Paşa, 14 Mayıs’ta Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya veda eder. Bu görüşmede bulunan Cevat (Çobanlı) Paşa ile çıkışta bir süre baş başa kalırlar ve aralarında şu konuşma geçer:

         “-Bir şey mi yapacaksın Kemal?

         -Evet Paşam, bir şey yapacağım.

         -Allah muvaffak etsin.

         -Mutlaka muvaffak olacağız.”

Mustafa Kemal, bir gün sonra Genelkurmay ile Babıali’ye veda ziyaretinde bulunur. Mustafa Kemal, Babıali’ye geldiğinde bakanlar kurulu toplantı hâlindedir ve gündeminde Yunan askerlerinin İzmir’e çıkışı vardır. Veda ziyareti Sadaret bekleme salonunda gerçekleşir. Son olarak Yıldız Sarayı’na giden Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin’e de veda ziyaretinde bulunur.   

16 Mayıs’ta Yıldız’da Hamidiye Camisi’ndeki Cuma selamlığından sonra padişah tarafından kabul edilir, ardında Şişli’deki evine gelerek annesi ve kız kardeşine veda eder. Mustafa Kemal Paşa, sahilden bir motorla Kız Kulesi açığında demirli Bandırma vapuruna gider ve buradan yola çıkılır. 

"Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar"

Bandırma vapurunun Kız Kulesi açıklarında aranmasının ardından düşman zırhlıları arasından geçerek İstanbul’u terk ederken, Mustafa Kemal Paşa, arkadaşlarına şunları söyler: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah, ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz.” 

O gece, Bandırma vapurunun Kaptanı İsmail Hakkı (Durusu) Bey’e de şu talimatı verir: “Düşman devletlerinin herhangi bir vasıtasının gadrine uğramamak için sahile yakın bir nota tutunuz. Şayet kesin tehlike görürseniz gemiyi karaya, en yakın sahile oturtunuz.”

Bu talimatın gerekçesini Nutuk’ta görmek mümkündür. Atatürk, Amasya Genelgesi’ne ilişkin bilgi verdiği bölümde; “İstanbul’u terk etmek üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf (Orbay) yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve İstanbul’dayken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir bir kaynaktan işitmiş, onu haber verdi. Ben İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa batıp boğulmayı tercih ettim ve hareket ettim” demektedir.

Mustafa Kemal Paşa ile Samsun’a hareket eden karargahın personeli aralarında III. Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet Bey (Bele), Müfettişlik Kurmay Başkanı Kurmay Albay Kazım Bey (Dirik), Karargah Kurmay Başkanı Binbaşı Hüsrev Bey (Gerede), Müfettişlik Sağlık Başkanı Doktor Albay İbrahim Tali Bey (Öngören) ve Sağlık Başkan Yardımcısı Doktor Binbaşı Refik Bey'in (Saydam) de yer aldığı 53 kişiden oluşmaktadır. 

Kurtuluşa giden yolda tutulan günlük

Ankara'ya kadar uzanan süreçte günlük tutana Hüsrev Gerede anılarında, yolculuğun bazı aşamalarını şöyle anlatır: (16 Mayıs 1919 - Cuma) 

“Saat 4.30’da Bandırma vapuru ile hareket ettik. Vapurda Sivas’taki 3. Kolordu Komutanlığı’na atanan Albay Refet (Bele), Yarbay Mitralyöz Arif, Topçu Binbaşı Kemal (Doğan), Doktor Binbaşı Refik (Saydam), Doktor Albay İbrahim Tali (Öngören), Kurmay Albay Kazım (Dirik), Yüzbaşı Mümtaz ve karargaha mensup öbür subaylar vardı. Hareketimizden dört saat sonra Boğaz’dan çıktık. Karadeniz’in ölü dalgaları ufak vapuru sallamaya başladı. …

Deniz gittikçe azıttı, ufacık vapur çalkalanıp duruyor. Binbaşı Kemal ile güvertede oturduk. Fakat soğuktan gece yarısı aşağı inmek zorunda kaldık. Hepimiz yataklara serildik.”

 (17 Mayıs 1919) “Hava kötü. Hep yataklardayız. Mitralyöz Arif, Dr. Refik, Topçu Kemal bir kamaradayız. Kamaramız vahşi hayvan kafesine benziyor. Ara sıra başımızı kaldırıp birkaç kelime konuşuyoruz. 9.30 sıralarında İnebolu’ya yanaştık. Fakat 17-18 Mayıs gecesini fena geçirdik. 18 Mayıs öğleüstü Sinop Limanı’na girdik. Çok şükür sallantı kesildi. Yataklardan fırladık. Tıraş olduk, yıkandık, güvertede hava aldık, güneşlendik. Dr. Refik’in nane suyu aklımızı başımıza getirdi. 

Saat 3’de vapurda bizimle gelip karaya çıkan Liva Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey, Sinop’tan bize İzmir’in işgaliyle ilgili yazılı bilgi getirdi. 13 Mayıs’tan beri İzmir’in işgal olunacağına dair belirtiler görülmeye başlamış. Reddi İlhak canlanmış, 15 Mayıs’ta işgal başlamış. Kabine istifa etmiş. İzmir’in işgali ile ilgili pek de açık olmayan haberler bizi çok üzdü.”

Samsun günleri

19 Mayıs 1919 (Pazartesi) sabahı saat 6’da güzel bir havada Samsun’a ulaşırlar. Canik Livası (Sancağı) yöneticilerinden Osman (Atlı) Bey, anılarında konaklama yerinin belirlenmesini şöyle anlatır: 

“Ben o zaman Samsun Muhasebe-i Hususiye Müdürü idim. Bir akşam Mutasarrıf Ethem Bey beni evine çağırttı. ‘İstanbul’dan bir Paşa başkanlığında bir teftiş kurulu hareket etmiş. On sekizinde burada olacaklarmış. Birkaç gün kalacağı için kendisine ve maiyetine bir yer hazırlayalım. Bunu İstanbul’dan İçişleri Bakanlığı bize bildirdi. Zaman da malum… Kimseden fedakârlık istemeyeceğimize göre meseleyi aramızda halletmeliyiz. Umudum sizde. Yarın sabahtan itibaren bu işle meşgul olunuz’ dedi. 

Gece bir hayli düşündüm. Hemen aklıma evimin yanında bulunan boş durumdaki Mantika Palas Oteli geldi. Ertesi sabah binanın sahibiyle anlaşıp oteli açtırdım. Askerî hastaneden karyola, evden ve komşulardan yatak ve yorgan getirttim. Daireden masa, sandalye, yazı takımı gibi eşyayı da getirterek odaları, salonu, mutfağı donattık.” 

Mustafa Kemal, Samsun’dan ilk olarak emrindeki vilayetlerin mülki amirleri ile 15. (Erzurum) ve 20. Kolordu (Ankara) Komutanlıklarından bölgelerindeki asayiş durumunu belirten rapor göndermelerini ister. 

Bu sırada, İstanbul’da, İngiliz Karadeniz Orduları Komutanı General George Milne, Harbiye Nezareti’ne yolladığı yazıda “Mustafa Kemal Paşa’nın niçin Sivas’a gönderildiği"ni soruyordu. Bakanlığın 24 Mayıs günlü cevabında,

“9. Ordu Müfettişliğinin, Harbiye Nezareti adına verilen emirlerin ne derece uygulandığını araştırma ve vazife bölgesindeki silahların toplanması ile asayişsizliği ortadan kaldırmak için oluşturulduğu” bildirilir. 

Bölgedeki durum

Mustafa Kemal Paşa, 20 Mayıs’ta Sadrazam’a gönderdiği telgrafta, İzmir’in işgalinin Türk Milleti tarafından “şiddetle ret ve protesto edildiğini, bu işgali millete kimsenin kabul ettiremeyeceğini, ancak hükûmetin gerekli girişimlerde bulunacağı inancıyla sakinliğini koruyabildiğini” bildirir. 

21 Mayıs’ta, İstanbul’a gönderdiği telgrafta, Samsun’da İngiliz askerleri gördüğünü, Sivas’a da asker gönderileceğini duyduğunu ifade eder. İngilizlerin her istedikleri yere asker göndermeleri hâlinde asayişi sağlamakta zorlanacağını, bunun hükûmet tarafından önlenmesi gerektiği belirtir. 

Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kazım (Karabekir) Paşa’ya gönderdiği telgrafta ise ülkenin genel durumunun çok tehlikeli bir hâl aldığını, bundan büyük üzüntü duyduğunu, ülkeye ve ulusa karşı borçlu oldukları görevi birlikte yapabilecekleri kanısında olduğunu ifade eder. Kendisiyle buluşmak istediğini, ancak çok kötü olan asayiş durumuyla ilgilenmek için birkaç gün Samsun’da kalacağını kaydeder. 

22 Mayıs’ta Sadrazamlığa gönderdiği şifreli raporlarda, Samsun bölgesinde 40 kadar Rum çetesi bulunduğunu, bunların Rum Metropoliti Yervantos tarafından yönlendirildiğini bildirir. Raporda, bu kişinin, Hristiyanlara saldırılar olduğu yönünde sahte raporlar düzenleyip Fransız temsilcilerine gönderdiğini, hükûmetçe korunamayan Müslümanların da 13 çete ile kendilerini savunmaya çalıştığını belirtilir. Samsun’da bulunan İngiliz temsilcisinin bir yabancı devlet himayesinden söz ettiğini ve bunun asla kabul edilemeyeceğini kesin bir dille söylediğini anlatan Mustafa Kemal Paşa, milletin hükûmete itaat içinde bulunduğunu da kaydeder.

Sözü edilen temsilci İngiliz Yüzbaşı L. H. Hurst idi. Mustafa Kemal Paşa’nın amacını anlamak için ziyaret eder. Hurst, daha sonra, görüşmeyi İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Arthur G. Calthorpe’a bildirir. 

Hurst, 21 Mayıs 1919 tarihle raporunda, “Kemal Paşa 19 Mayıs’ta buraya geldi, sükûneti muhafaza etmek maksadıyla içeriye doğru teftiş gezisine gidecektir. Onunla bölgenin genel durumunu görüştüm” der. Sonraki günlerde, Mustafa Kemal’in karargâhından birkaç subay İngiliz subaylarla genel asayiş durumuna ilişkin toplantı yapacaktı. 

Dağ başını duman almış

Araştırmacı Baki Sarısakal’ın notlarından:

 “Mustafa Kemal Paşa 25 Mayıs 1919 Pazar günü kahvaltıdan sonra dokuzu yirmi yedi geçe, ordunun metrukatı arasında hurda bir otomobille ve maiyeti de diğer iki otomobille Ordu Müfettişlik Karargahı’na mensup üç albay, bir yarbay, üç binbaşı, beş yüzbaşı, üç üsteğmen, bir teğmen ve iki şifre katibinden oluşan 18 kişilik heyetle Havza’ya doğru yola çıktı. ...…

.... Samsun’da kaldıkları Mantika Palas Oteli önünden hareketle, önce Şüküroğlu Caddesi’nden (günümüzde Mecidiye Caddesi) geçildi ve Subaşı’na ulaşıldı. Hava kapalıydı. Deniz ve Samsun’u geride bırakırken hafif yağmur serpintisi de başlıyordu. Hamidiye Çeşmesi yakınından geçilerek Hacı Aba ya da Elmadağ Yokuşu (Unkapanı Yokuşu) tırmanılarak; Hamidiye Hastanesi sağda, askerî kışlalar solda bırakılarak Kıran köyü aşıldı. Avdan’da Susuz Hanlarda mola verildi ve sonra Mahmur Dağı’na doğru yola devam edildi. 

Mahmur Dağı’ndan Susuz Hanlar’a kadar olan mıntıka Rum Pontus çetelerinin en çok baskın yaptıkları yerdi. Sağı ve solu ormanlık olan bu mıntıkanın etrafı Rum köyleriyle çevrili olduğundan, bu çeteler yoldan geçecek olan yük arabalarını soyup, içindekileri öldürüyorlardı.” Yolda Rum Pontus çetelerinin baskınına karşı kafilenin güvenliğini Kavak’ın Karlı köyünden Canbulatoğlu Ekrem Bey’in (Çerkez Ekrem) adamları sağlıyordu.

Kavak yakınlarında (Kulupınar) otomobilin yine arızalanması üzerine, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler yürüyerek yola devam ederler. Kaledoruğu’ndan indiklerinde Hamamın önünde karşılaştıkları Bekçi Mehmet Çavuş onları Kavak’ın önde gelenlerinden Hacı Yusuf (Akal) Ağa’nın evine götürür. Mustafa Kemal Paşa’nın nahiye binasındaki konuşmasından sonra Canbulatoğlu Ekrem, “İki yüz atlıyla emrinizdeyim” diyerek Havza’ya kadar onların güvenliğini sağlamayı üstlenir. 

Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kavak’tan hareketle Karadağ’ı aşarak yola devam ederler. Havza’nın Karageçmiş köyü yakınlarında otomobil yine arızalanınca köye kadar “Dağ başını duman almış” marşını söyleyerek yürürler. Köyde verilen molanın ardından otomobil tamir edilir ve Havza’ya hareket ederler. 

Havza'dan sesleniş

Hüsrev Gerede, anılarında “Sabah saat 9’da Samsun’dan hareket ederek üç saat sonra Havza’ya geldik. … Bir otele yerleştik” der. 

Atatürk, Nutuk’ta “Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya geçtim” diye bu süreci özetler. 

Mustafa Kemal Paşa, Havza’da kendisine ayrılan Mesudiye Otel’e yerleşir. 

Burada kendisini ziyaret eden Havzalılara seslenirken, “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız; çalışacağız, memleketi kurtaracağız. Bizi öldürmek değil, canlı canlı mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir, zaten başka türlü de dönüş imkanı yoktur” diye konuşur. 

Ve dediğini de yapar.