KONULAR
Nutuk: ''Tarihe malolmuş bir dönem''in birinci elden anlatımı
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamalarını anlattığı ve daha sonraki politikaların ana hatlarını çizdiği Nutuk 94. yılında.
Günümüzden tam 34 bin 335 gün önce kürsüye geldi Mustafa Kemal, heyecanlıydı, günler süren hazırlık çalışmasının ardından milletine hesap veriyordu. Nutuk'un yazılış gerekçesi, Atatürk'ün anlatımıyla şu şekilde dile getirilir:
''Saygıdeğer Baylar, size, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe malolmuş bir dönemin öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım. Baylar, bu söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün vardığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımları yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanları karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine güvenle bırakıyorum.''
Büyük Önder, Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyetin kuruluş koşullarını belgelere dayanarak anlattığı ve genel bir değerlendirme yaptığı Nutuk'u, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında CHP'nin 2. Büyük Kurultayı'nda, her gün ortalama 6 saat kürsüde kalarak, toplam 36 saat 33 dakikada okudu.
Afet İnan'ın Türk Dili Dergisi'nde aktardığına göre, Nutuk'un hazırlanışında 506 sayfalık notlar alınmıştı. Bunların bir bölümü Atatürk'ün el yazısı, bir bölümü ise yazdırdığı notlardan oluşuyordu.
Aradan geçen 94 yılda, Cumhuriyet tarihinin ''başyapıtı'' özelliğini koruyan Nutuk'un ilk baskısı 1927 yılında, eski Türkçe ile yapıldı. Nutuk'un ikinci baskısı 1930 yılında Latin harfleriyle çıktı. 1950-59 arasında Türk Devrim Tarihi Enstitüsü'nce 3 cilt halinde yeniden basımı yapılan Nutuk, sonraki yıllarda ''Nutuk'' ve ''Söylev'' adıyla birçok kez yayımlandı.
''Birinci elden bir tarihtir Nutuk''
Afet İnan'a göre Nutuk, ''Bir devlet kurucusunun ulusuna hesap verme örneğidir. Tarihte de örneğine az rastlanır.''
Nutuk'un, ''Resmi belgeler ve bunlara dayanan yayınlar'' ile ''Olaylar ve kişiler üzerinde Atatürk'ün düşünceleri ile açıklamaları'' olmak üzere iki bölümde incelenmesi gerektiğini belirten Afet İnan, ''İşte bu bakımlardan birinci elden bir tarihtir Nutuk'' değerlendirmesini yapar.
Cumhuriyet'e doğru
Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti'nin Önderi'nin 94 yıl önceden günümüz kuşaklarına aktardığı dersler ve yönlendirmeler niteliğini taşımaktadır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'in oluşumuna kadar uzanan tarihsel süreci değerlendirirken, şu ifadeyi kullanır:
''Türk ata yurduna ve Türk'ün bağımsızlığına saldıranlar, kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silahlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk gününden açıklamak ve söylemek elbette olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım ilerleyerek, amaca ulaşmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yılda yaptıklarımız bir mantık dizisiyle düşünülürse ilk günden bugüne dek işlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır. ... Ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini bir 'ulusal sır' gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün toplumumuzda uygulatmak zorundaydım.''
''Tam bağımsızlık ve tam özgürlük''
Mustafa Kemal Atatürk'ün ''vazgeçilmez'' saydığı ilke ''tam bağımsızlık''tır. Büyük Önder, Ankara Anlaşması öncesi yapılan görüşmelerde, Fransız Franklen-Buyan'a, ''tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız görevin özüdür'' diyerek, sözlerine şunları ekler:
''Tam bağımsızlık demek, elbette siyasal, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür... gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bağımsızlığından yoksun kalması demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden barışa ve esenliği erişeceğimiz kanısında değiliz. Görünüş ve yöntem gereği barış yapabiliriz ama tam bağımsızlığımızı sağlamayacak olan bu gibi barışlar ve anlaşmalarla ulusumuz hiçbir zaman yaşamına ve esenliğe erişemeyecektir.''
''Ya bağımsızlık ya ölüm''
Atatürk, Türk Ulusu'nun bağımsızlık mücadelesindeki parolayı da şu sözlerle dile getirir:
''Temel ilke Türk Ulusu'nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlar karşısında uşak durumunda kalmaktan öte gidemez.
Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek insan niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türk'ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyi olur. Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm. İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.''
''Ulusal siyaset''
Atatürk, Nutuk'ta, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ve Cumhuriyet'in kurulmasına kadar yaşananları tarihçi anlatımıyla dile getirirken, günümüze de önemli mesajlar gönderir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Önderi'nin, Nutuk'ta vurguladığı temel kavramlardan biri de ''Ulusal siyaset''tir. Atatürk, bunu şu sözlerle dile getirir:
''Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yöntem 'ulusal siyasa'dır. Dünyanın bugünkü genel koşulları ve yüzyılların kafalarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalperest olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur; bilimin, aklın, mantığın dediği budur. Ulusumuzun güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle ulusal bir siyasa gütmesi ve bu siyasanın iç örgütlerimize tam uyumlu ve dayalı olması gerekir.
İç siyasa demekle anlatmak istediğim şudur: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak, varlığımız koruyup, ulusun ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; gelişigüzel, ulaşılamayacak istekler peşinde ulusu uğraştırmamak ve zora sokmamak; uygarlık dünyasının uygarca ve insanca davranışını ve dostluğunu beklemektir.''
''Dini araç olarak kullanmaya kalkışanlar''
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti için çizdiği ''Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak'' hedefinin önündeki engellerden birinin de ''din oyunu oyuncuları'' olduğunu anlatır. Nutuk'ta, bu konuda şu değerlendirme yer alır:
''...Yüzyıllardır olduğu gibi, bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak, bin bir türlü siyasal ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için, dini araç olarak kullanmaya kalkışanların içeride ve dışarıda bulunuşu, bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, şimdilik alıkoyamıyor. İnsanlıkta, din duygu ve bilgisi, her türlü boş inanlardan sıyrılarak, gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına her yerde rastlanacaktır.''
Mustafa Kemal, bu konuda şu uyarıda bulunur:
''Baylar, açık ve kesin söylemeliyim ki, Müslüman halkı bir halife heyulası ile uğraştırma ve kandırma çabasında bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılmak da ancak ve ancak bilgisizlik ve aymazlık belirtisidir. ... Bütün Türkiye düşmanlarının el ele verip, bize karşı ateşli olarak çalışıp uğraşmaları din çabası ile midir? Sınırlarımıza bitişik yerlerde yuvalanarak, hala Türkiye'yi yok etmek için 'Kutsal ayaklanma' adı altında haydut çeteleriyle cana kıyma düzenleriyle bize durmadan çılgınca çalışmaların amaçları gerçekten kutsal mıdır? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu gafil olmak gerekir.''
''Adalet dilemek ve acındırmak yoktur''
Anadolu topraklarının işgali sırasında, İstanbul'daki İngiliz kuvvetleri komutanı George Miln, 3 Kasım 1919'de, Harbiye Nazırı Cemal Paşa'ya işgal bölgesinin sınırını belirterek, bu sınıra değin Yunanlıların işgalinin sağlanmasını ister. Atatürk, bu durumu eleştirirken, şunları kaydeder:
''...Korkmamak için, insanlık onuruna ve ulusal onura saldırılamayacak bir çevrede ve koşullar içinde bulunmak gerekir. Buna önem vermeyenlerin, aslında bir insan için, bir ulus için saldırılmaz olarak kalması en büyük namus ülküsü olan kutsal kavramlar üzerinde, çoktan saygısız ve duygusuz oldukları yargısına varmakta yanlışlık yoktur. Adalet dilenmekle ve başkalarını kendine acındırmakla ulus işleri, devlet işleri görülemez; ulusun ve devletin onuru ve bağımsızlığı güven altına alınamaz. Adalet dilenmek ve acındırmak gibi bir ilke yoktur. Türk Ulusu, Türkiye'nin yarınki çocukları bunu bir an an uslarından çıkarmamalıdırlar.''
''Ulusuma şunu öğütlerim''
Atatürk, Sakarya Meydan Savaşı öncesinde, görüşme yapmak için Ankara'ya gelen İzzet Paşa ve Sinan Paşa'nın, aylar sonra, ''İstanbul Hükümeti'nde görev almamak'' kaydıyla bu kente geri döndüklerini anlatırken, şunları dile getirir:
''Baylar, İzzet ve Salih Paşalar aylarca Ankara'da oturdular. Ulusal ilkelerimizi benimsemeleri koşuluyla kendilerine iş ve görev vermeye hazırdık. Yanaşmadılar. Bir kez olsun Millet Meclisi'nin kapısından içeri adım atmadılar. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin koyduğu yasalardan elbet bilgileri vardı. Bu yasaların buyruklarını ve Millet Meclisi'nin ve hükümetinin İstanbul'a karşı belirlenmiş olan tutumunu çok iyi biliyorlardı. Bu yasalara ve bilinen duruma karşın, İstanbul'da yeniden işbaşına geçip, ulusal varlığın ve girişimlerin değerini ve erkini yok etmek; düşmanların elinde oyuncak olan Vahdettin'in egemenliğini sürdürmek için bütün varlığıyla çalışmalarına verilecek gerçek anlamın ne olduğunu ben söylemeyeceğim. Onu, Türk Ulusu'na ve Türk Ulusu'nun yeni ve gelecek kuşaklarına bırakırım.
Baylar, sırası gelmişken, saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmekten hiçbir zaman geri kalmasın.''
''Yeni inançla donatmak''
Mustafa Kemal, Büyük Taarruz öncesi karamsarlığa kapılanlar karşısında, inancını, şu sözlerle dile getirir:
''Baylar, bilirsiniz ki, Meclis'te bu anlattığı dönemde, en çok olumsuz ve karamsar görünenler, bir zamanlar Türk Ulusu'nun kendi kendine bağımsızlığını elde edemeyeceği kanısını ortaya atmış kişilerdir. Şunun bunun güdümünü istemekte direnenlerdir. Onun için, düşüncelerime şunları da ekledim. Dedim ki: 'Baylar, maddi ve özellikle manevi çöküş korkuyla güçsüzlükle başlar. Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir yıkım karşısında ulusun da çalışamaz ve çekingen bir duruma gelmesine yol açarlar. Güçsüzlük ve duraksamada öylesine ileri giderler ki, neredeyse kendilerini alçaltırlar. Derler ki; 'Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olamayız. Biz varlığımızı sınırsız ve koşulsuz olarak bir yabancının eline bırakalım.' Balkan Savaşı'ndan sonra, ulusun, özellikle ordunun başında bulunanlar da bir başka biçimde ama gene bu anlayışla iş görmüşlerdi.' Türkiye'yi böyle yanlış yollarda dağılma ve yok olma çukuruna sürükleyenlerin elinden kurtarmak gerekir. Bunun için bulunmuş bir gerçek vardır, ona uyacağız. O gerçek şudur: Türkiye'nin düşünen kafalarını büsbütün yeni bir inançla donatmak. Bütün ulusa sağlam bir maneviyat vermek.''
Gençliğe emanet
Türk Ulusu'nun canı pahasına koruduğu bağımsızlığı ve yurdunu korumak, Büyük Önder için büyük önem taşımaktadır. Atatürk, Nutuk'un sonunda bu emanetin sahibinin ''Türk Gençliği'' olduğunu şu sözlerle vurgular:
''Ey Türk Gençliği... Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti'ni, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen iç ve dış kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve Cumhuriyet'ini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun ve olanakların koşullarını düşünmeyeceksin.''